Karakterler, olayları hamleleriyle beraber yavaş yavaş belirlerken yönetmenin kamera kullanımındaki farklılık arayışı kendisini gösteriyor her bir sahnede, fakat çok başarılı olmadığı aşikar olsa da filmi tatlandırdığı söylenebilir. Ancak bunun ötesinde senaryonun yavanlığını durağan bir suç filmine çevirmeyi oyuncularıyla birlikte başarıyor Michaël R. Roskam, hatta ilk filminin atmosferik yapısının tesadüfi olmadığını da gösteriyor. Ortada ahım şahım bir hikaye ve senaryo olmaması değil fakat burada söylemek istediğim; yönetmene ve kamera önüne bağlı olarak eldeki sıradan ve tatsız tuzsuz materyalin kendi değerini aşabilme durumu. Yine de bu hatırı sayılır başarı, The Drop'ı mısır ve çeşitli içecekle beraber keyifli bir seyirlik olabilmesi ötesinde bir yere taşımıyor.
Gandolfini'yi son filmiyle beraber izlemiş olduğumun farkındalığı acı verici, ve kendisinin şahsen tanınmamış bir insan olması, Sopranos sayesinde uzun bir süre beraber zaman geçirmiş olduğum gerçeği sebebiyle böyle hissetmemi engellemiyor. Film de Gandolfini'nin son filmi olması ve Hardy ile beraber keyifli bir seyirliğe dönüşmüş olması ötesinde fazla bir şey sunamıyor, ve belki bu kadarı da benim için yeterli oluyor. Çünkü finalinde, süresi boyunca ortaya çıkarabildiği kıvılcımların üzerine yangın tüpünü boşaltmayan filmlere hep bir sempatim var; işte o dürtüye teslim olmayan The Drop da kısık ateşte yavaş yavaş pişen, orta pişmiş haliyle karın doyurup tatlının yokluğuna kafayı taktırmasa da eksikliğini hissettiren bir suç draması.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder