Jason Reitman, benzer temaların etrafında dolanırken normal akışı bozucu cümleler kuramıyor, ve temaların etkileri sebebiyle de hikayeleri olduğundan daha problemli gözükebiliyor. Yalnız mühim olan, o *büyük* temaların etrafına yanaşmak istiyor oluşu, dolayısıyla söylediklerinin sık sık yakınlaştığı ergenlik dönemi problemleriyle bir koltuğa oturabiliyor oluşu cümlelerinin hamlığından ziyade temalar ve konumlanışlarının zaman içerisinde yaşamsal başka şeyler veya başka sebeplerle unutulup öylesine bir köşeye bırakıldığını gösteriyor. Ancak sorun olan, ele aldığı dünyanın geçtiği yaşsal dönem hikayenin ağırlığını belli ölçüde etkileyebiliyor, zira Up in the Air filmografisinde en öne çıkan film olurken benzer meselelerle uğraşan diğer filmleri arasında biraz kırık görünüyor Men, Women & Children. Burada karakterleri kuruş şekli ve kendini mecbur hissettiği abartılarla beraber filmin denk geldiği zamandaki genel obsesyon sonucu algınaşıyla ilgili problemlerin de etkisi var elbette. Ama filmin karşılanışındaki bu büyük geri tepiş, tavrının teknoloji karşıtlığı gibi algılanmasıyla beraber tekno-ergen olarak isimlendirdiğim insanların
-evet, bir blog postunda bunu yazıyor olmak ironik değil çünkü meselenin kutuplu yapısında bir noktanın savunuculuğu olarak söylemiyorum bunu. ancak bu bağımlılığın konuşulması gereken bir durum olduğunu fakat kaçınılmaz olana kadar kimsenin kutbundan çıkıp bunu yapmaya niyetli olmadığını düşünüyorum.- tepkisini çekmesi ve Reitman'ın bugüne kadar yeterince bahsedemediği düşüncesiyle cümlelerine canlarını çıkarırcasına sarılmak istemesi ötesinde, gerçekten günlük yaşamımızı belirleyen konuları filmin önemleri değerinde işleyemiyor oluşundan kaynaklanıyor. Çünkü en fazla dile getirilen ve bir noktaya kadar haklı da olunan mevzu filmin hali hazırda bilmediğimiz ya da farkında olmadığımız bir şey söylemiyor oluşu. Yine de bu haklı eleştiri filmin çıktığı yoldaki haklılığını değiştirmiyor veya perdeye yansıttıklarını değersiz kılmıyor, zira farkında olunması durumun vehameti içerisindeki gidişi değiştirme kıpırtılarını henüz göstermedi. Elbette söz konusu mevzuların geçmişi, mevcut dokunmatik-ekran-ve-sosyal-siteler-bağımlılığı trendinin yükseliş dönemiyle denk gelmiyor yalnızca, bundan önce de bu gibi sorunlar vardı ve görünene göre sonrası da farklı değil fakat film doğrudan buna vurgu yapmasa da filme ve Jason Reitman'a bu noktadan atış yapmak biraz haksızlık oluyor. Çünkü filmleri kendi içlerinde değerlendirmek gerekse de filmin tekil varlığı ötesinde yönetmen ve senaristiyle de şekillenen bir genel hikayesel durum var, dolayısıyla Reitman'ın şimdiye kadarki işlerinde benzer insani çıkmazlarla farklı bir zeminde ilgilenmiş olması, bu film özelinde, söz konusu sanal trendin sorunlara temel sebep olmasına dair bir vurgu yapmamış olduğu da bence gayet açıkça ortaya koyuyor. Yalnızca kendisinin geçen sene pek beğenilmeyen ama benim yılın gizli güzelliklerinden olduğunu düşündüğüm Labor Day'i bile bambaşka bir zeminde aynı gündelik ama saatlerden daha büyük şemaları işaret eden insani çıkmazlarla uğraşıyor. O yüzden yöneltilen benzeri eleştirilerin Reitman'ın filmografisi düşünüldüğünde haksız olduğu fikrindeyim; ve evet, eğer bir yönetmen sebebiyle bir filmi merakla bekliyorsak o zaman bir filmi tekil varlığı ötesinde o yönetmenle birlikte değerlendirmemiz de aşırı değil, hele de söz konusu olan pozisyon almaya dair bir durumsa.
Tavırsal tartışmayı ve ortaya konulan yeni bir bakış olmamasını bir kenara bırakırsak, Men, Women & Children yine de istediğini yapabilmiş bir film değil. Gerçekçi bir zeminde akılcı şeyler söylemek istiyor ve bu uğurda karakterler yaratıp harcıyor, ama göz önüne koymaya çalıştığı problemler, akışı içerisinde kendisini boğuyor. Tahmin edilebilirlik sınırları bir yana hikayenin kırılma noktasına bir ihtiyacı olduğunu şahsen düşünmüyorum, ve o kırılma noktaları da hikayenin en çok hasar aldığı yer oluyor. Çekici bir açılış sekansı, onunla ilintili olarak atıf yapılan Carl Sagan'ın Pale Blue Dot anlatısı ve Emme Thompson sayesinde iyi bir fikrin çok iyi işlendiği belgeselvâri anlatım, filmin ritminin de işaret ettiği biçimde rutine yönelik vurguyu kesintilere yönelik finalden daha fazla hak ediyordu. Çünkü bir kıyamet sonrası yaraların sarılmasından bahsedilmiyor burada ve doğal olarak bitmiş bir süreç de yok. Karakterlerin belli yanlışlarıyla yüzleşmesi mevcut sorunların döngüsel yapısını kesmiyor, o yüzden ulaşılacak nokta Sagan'ın anlatısının olumlu yorumlanıp tatlıya bağlanmasıyla gelmez, mümkün değil. Eğer zorla getirilirse de bir noktaya kadar iyi işleyip sonra yolunu kaybetmiş bir film çıkarır ortaya; işte Men, Women & Children'ın açmazı da bu.
Son bir not olarak: Paul Thomas Anderson firesiz filmografisinde üzerine oynamış olduğu tür sebebiyle daha özel bir noktaya oturan Punch-Drunk Love'ından bahsederken Adam Sandler ile çalışmasına şaşıranlar için Sandler'ın herkese ulaşabilecek, herkesi etkileyebilecek birisi olduğundan bahsediyordu. Tabii gayet norm dışı romantik komedisi için "ben sıradan bir romantik komedi çekmek istemiştim ve öyle yaptım" da diyor ama o ayrı bir mevzu şimdi. Ancak Sandler üzerine söylediği, son dönem filmleriyle ismi git gide sirk çalışanıyla özdeşleşen Sandler'ın bu tarz filmlerde yer almasıyla kendisini doğruluyor çünkü Sandler bu ve benzeri rutine hapsolmuş *sıradan* insan rollerinde hiç mi hiç sırıtmıyor.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder