25 Nisan 2011 Pazartesi

Kayıt Dışı


bazen özlerim ben. şarkılar güzel olsun diye var, eğer sandığım ve belki sandığın gibi gerçeklikle en ufak bir ilgisi olmuş olsaydı ben belki dememiş olurdum az önce, belki. arada bir özlüyorum ben, aslında sadece bunu söyleyecektim. ama her zamanki gibi açıklama gereği duydum her şeyi. zaten öyle sarpa sarmadı mı her şey? çünkü geriye kalanlar yetmemişti ve büyük şeyler istiyordu, büyük nedenler. kim bilir, belki de fazlaydı ve biraz da kendinden götürmek istiyordu. evet şimdi, an itibariyle bir kez daha farkediyorum ki bir şey birazcık belirsizse olduğunu, sıradanlığını gizleyebiliyor, aynı bu satırlar gibi. oysa ben bunu çok geç görüyorum. ama unutmadan, ben bazen çok özlüyorum, geriye kalanlarla oturup birkaç tanıdığın melodilerle dans eden sesine eşlik ediyorum.

ve evet, güzel olan her şey uzakta. veya uzak olan her şey güzelde. oysa giden yoktu, ve tabi kalan da. peki o zaman neydi bu kadar takıntılı yapan her şeyi?

illüstrasyon, marek denko- everything beautiful is far away.

21 Nisan 2011 Perşembe

Redd Can'dır.

Redd, 20 Nisan Çarşamba'yı 21 Nisan Perşembe gününe bağlayan gece saat 00.00'da yenilenmiş sitesinde Masal şarkısının klibini yayımladı. Klibi aşağıda bulabilirsiniz. Biraz Tarantino'nun Inglourious Basterds filminin final sahnesindeki o muhteşem tatminin bir benzeri gibi video. Son olarak tekrarlamalı Redd Can'dır!

Masal from Redd on Vimeo.


14 Nisan 2011 Perşembe

Mickey Rourke'u Neden Seviyorum?

Efsane isimlerden Mickey Rourke, güzel insan Darren Aronofsky'nin The Wrestler'ından sonra eski günlerine geri dönmüşcesine ismi konuşulur olmuş ve bir kez daha parlamıştı. 2008 yapımı The Wrestler'dan sonra bugüne kadar 8 filmin çekimlerini tamamlayan Rourke, Scream 4 (Çığlık 4)'un gösteriminde Vulture'ın sorularına cevap verdi.


Korku filmleriyle başlayalım. Korku filmlerini sever misin?
Duruma bağlı.

Hangi duruma?
İzleyecek hiçbir şey olmamasına. Ben buraya Harvey'i görmek için geldim, film hakkında hiçbir şey bilmiyorum. -scream 4'ün uygulayıcı yapımcılarından -executive producer- harvey weinstein'ı kastettiğini düşünüyorum, o değilse neyden ya da kimden bahsetmiş bilemiyorum-

Ya 50 Cent, geceyi o sunuyor?
Onu hiç görmedim.

Siz ikiniz birlikte filmde oynadınız, değil mi?
Çok kötü bir filmde, evet.

Ne, o film gösterime girdi mi?
Hayır, o kadar kötü bir film ki gösterime giremiyor.

O zaman bana neden o filmi yaptığını söyler misin?
Para için.

Ama filmin kötü olduğunu düşünüyorsun.
Berbat.

Neden?
İzleyip görmelisin.

Ya Megan Fox ve Bill Murray'le olan filmin?
Berbat. Başka bir berbat film. Ama, biliyorsun, kariyerinde ve tüm yaptığın filmler arasında, onlarca berbat film de yapıyorsun.

Megan Fox için, tüm zamanların en iyi aktrislerinden biri, gibi bir şey demiştin.
Birlikte çalıştıklarım içinde. (sırıtıyor)

O film sınırlı olarak gösterime girdi.
Çünkü güzel bir film değil.

Konuşabileceğimiz iyi bir filmini biliyorum: rugby filmin!
O harika bir film olacak. Şubat'ta çekimlerine başladık.

64. Cannes Film Festivali

64. Cannes Film Festivali'ne seçilen filmler de açıklandı. Daha önce haberini yapıp düzelttiğim üzere güzel insan Terrence Malick'in yeni filmi The Tree of Life'ın dünya prömiyerini yapacağı festivalde benim ilk gözüme çarpanlar; yarışma bölümünde Fin yönetmen Aki Kaurismki'nin Le Havre'si, Lars von Trier'in Melancholia'sı, Pedro Almodovar'ın The Skin That I Inhabit'i, Paolo Sorrentino'nun Sean Penn'li (sean penn ayrıca belirtilir.) This Must Be The Place'i, Belirli Bir Bakış bölümünde Kim Ki-Duk Arirang'ı ve Gus Van Sant Restless'ı, yarışma dışı bölümde Karayip Korsanları'nın 4. devam filmi ve Jodie Foster'ın 3. yönetmenliği olan filmi The Beaver'ı. Elbette bunlar sadece yönetmenleri nedeniyle adı üzerinde göze çarpan ilk filmler. Festival sonrasındaki bir yıl boyunca, her zaman olduğu gibi, Cannes'dan daha çok film ilgimizi çekip kendisini izletecektir muhtemelen.

Ayrıca kendisine karşı özel bir hayranlığım olmasa da Nuri Bilge Ceylan'ın yeni filmi Once Upon A Time in Anatolia'nın da festivalin yarışma bölümünde yer alacağını söylemeliyim sanırım.

Bu sene Bernardo Bertolucci'ye Honorary Golden Palm yani Onursal Altın Palmiye ödülü verileceğini ve daha önce 2003 yılında Jeanne Moreau ve 2005 yılında Catherine Deneuve'e verilen ödülün bundan sonra her sene verileceğini de ekleyeyim.

Bir gün bunları bizzat Cannes'dan yazabilmek umuduyla, işte seçilen filmler.

Açılış Gecesi Filmi:
Midnight in Paris - Dir: Woody Allen

Yarışma Filmleri -19 film-
L'Apollonide (House of Tolerance) - Dir: Bertrand Bonello
Drive - Dir: Nicolas Winding Refn
Footnote - Dir: Joseph Cedar
Hanezu No Tsuki - Dir: Naomi Kawase
Ishimei (Hari-Kiri: Death of a Samurai) - Dir: Takashi Miike
The Kid With The Bike - Dir: Jean-Pierre & Luc Dardenne
Le Havre - Dir: Aki Kaurismäki
Melancholia - Dir: Lars von Trier
Michael - Dir: Markus Schleinzer
Once Upon A Time in Anatolia - Dir: Nuri Bilge Ceylan
Pater - Dir: Alain Cavalier
Polisse - Dir: Maïwenn
The Skin That I Inhabit - Dir: Pedro Almodovar
Sleeping Beauty - Dir: Julia Leigh
La Source des Femmes (The Source) - Dir: Radu Mihaileanu
This Must Be The Place - Dir: Paolo Sorrentino
The Tree of Life - Dir: Terrence Malick
We Have a Pope - Dir: Nanni Moretti
We Need to Talk About Kevin - Dir: Lynne Ramsay

Un Certain Regard yani Belirli Bir Bakış Bölümü -19 film-
Arirang - Dir: Kim Ki-Duk
Bonsaï - Dir: Christian Jimenez
The Day He Arrives - Dir: Sang-soo Hong
Et Maintenant, On Va Où? - Dir: Nadine Labaki
L'exercice de l'Etat (The Minister) - Dir: Pierre Schöller
Halt auf Freier Strecke - Dir: Andreas Dresen
Hors Satan - Dir: Bruno Dumont
The Hunter - Dir: Bakur Bakuradze
Loverboy - Dir: Catalin Mitulescu
Martha Marcy May Marlene - Dir: Sean Durkin
Miss Bala - Dir: Gerardo Naranjo
Les Neiges du Kilimandjaro - Dir: Robert Guédiguian
Oslo, August 31st - Dir: Joachim Trier
Restless - Dir: Gus Van Sant
Skoonheid - Dir: Oliver Hermanus
Tatsumi - Dir: Eric Khoo
Toomelah - Dir: Ivan Sen
Trabalhar Cansa (Hard Labor) - Dir: Juliana Rojas & Marco Dutra
Yellow Sea - Dir: Hong-jin Na

Yarışma Dışı Filmler -4 film-
The Artist - Dir: Michel Hazanavicius
The Beaver - Dir: Jodie Foster
La conquête (The Conquest) - Dir: Xavier Durringer
Pirates of the Caribbean: On Stranger Tides - Dir: Rob Marshall

Özel Gösterimler -4 film-
Labrador - Dir: Frederikke Aspöck
Le Maître des Forges de L'enfer - Dir: Rithy Panh
Un Documentaire sur Michel Petrucciani - Dir: Michael Radford
Tous au Larzac - Dir: Christian Rouaud

Geceyarısı Gösterimleri -2 film-
Dias de Gracia (Days of Grace) - Dir: Everardo Gout
Wu Xia - Dir: Peter Ho-Sun Chan

13 Nisan 2011 Çarşamba

Charles Baudelaire


Anywhere Out of This World - Dünyanın Dışında, Nere Olursa Olsun
Her hastanın yatak değiştirme tutkusuna kapıldığı bir hastanedir yaşam. Kimi soba karşısında çekmek ister acısını, kimi pencere kıyısında iyileşeceğini sanır.
Bana gelince, hep, bulunmadığım yerde rahat edeceğimi sanırım, ruhumla sürekli tartıştığım sorunlardan biridir şu evden eve taşınma çilesi.
"Söyle ruhum, zavallı soğumuş ruhum, Lizbonne'da oturmaya ne dersin? Kertenkele gibi sıcağın keyfini çıkarırsın. Kent su kıyısında; mermerden yapılmış gibi ve insanları yeşilliğe karşı öyle bir kinliler ki bütün ağaçları sökmüşler. Tam zevkine uygun bir manzara; ışıkla ve madenle ve ışıkla madeni yansıtsın diye suyla yapılmış bir manzara!"
Ruhum yanıt vermiyor.
"Madem seni ancak devinimli görüntüler dinlendiriyor, Hollanda'ya, göğün kutsallaştırdığı o ülkeye yerleşelim, ne dersin? Müzelerine hayran olduğum bu ülke belki gönlüne hoş gelir. Rotterdam'ı mı istersin yoksa? Seren ormanlarını, evlerin eteğine demir atmış tekneleri seversin, bilirim."
Ruhum sessiz.
"Belki de Batavia yüzünü güldürür. Tropikal güzellikle evlenmiş bir Avrupa ruhunu orda bulabiliriz."
Çıt çıkmıyor ruhumdan. -Ölü mü ne.
"Bu kadar mı köreldin ruhum, ancak kendi acından zevk alıyorsun? O halde Ölümle benzeşen ülkelere doğru kaçalım. -Bizim keyfimize kalmış, zavallı ruhum! Denklerimizi hazırlayıp Tornéo'ya gidelim. Hadi söyle, dilersen daha uzağa, Baltığın ta ucuna kaçalım; yaşamın en uzak köşesine, kutba da yerleşebiliriz. Güneş orda dünyaya yanlamasına değer, ışığın ve gecenin usul seçenekleri çeşniyi yok ederek yarım hiçlik sayılan tekdüzenliği çoğaltır. Yoğun karanlıklara iyice gömülebiliriz ve zaman zaman, bizi şenlendirmek için, sabahın solgun ışıkları, Cehennem fişeklerinin yansımalarını andıran pembe demetlerini sunar.
Ruhum sonunda patlayıp bilgece bağırdı bana: "Nere olursa olsun! Nere olursa olsun! Yeter ki bu dünyanın dışında olsun!"
Esrikleşin
Hep esrik olmalı insan. Tüm sorun burda; tek sorun budur. Zamanın, omuzlarımızı çökerten ve sizi yere eğilmeye zorlayan o korkunç ağırlığını duymamak için, sürekli sarhoş olmanız gerek.
Neyle? İster şarapla, ister şiirle, ister erdemle, bu sizin bileceğiniz iş. Ama kendinizden geçin.
Örneğin kimi zaman bir sarayın merdivenlerinde, bir kuytunun yeşil otlarında, ya da odanızda, insanın içini karartan o yalnızlık içinde uyanmışsanız, rüzgâra, dalgaya, yıldıza, kuşa, duvar saatine, kaçan her şeye, uğuldayan ve ses çıkaran her şeye, yuvarlanan ve şakıyan her şeye saatin kaç olduğunu sorun. Alacağınız yanıt hep şu olacak: "Saat sarhoş olma saati! Zamanın o kurban kölelerinden olmamak için, içip kendinizden geçin; sürekli kendinizden geçin! Şarapla, şiirle, ya da erdemle, canınızın istediği bir şeyle."

fotoğraflar, felix nadar.
çevirmen, erdoğan alkan.
charles baudelaire, paris sıkıntısı, cumhuriyet dünya klasikleri, ocak 2001, syf. 138-139 / 109.

12 Nisan 2011 Salı

Je Suis Morrissey*

* Je suis Morrissey / It's Morrissey's town. We just live in it.
Yani kabaca; ben Morrissey'im. Ve burası Morrissey'in kasabası, biz sadece içinde yaşıyoruz.
Hangi fotoğrafını seçsem diye düşündüm. En son hay ben Moz'un diyerek seçtim bir tanesini. Hangi şarkısını seçsem diye düşünmedim elbet, yoksa uzun bir cebelleşmenin ardından hiçbir şey koyamazdım buraya.

All You Need is Me'den birkaç cümleyle sonlansın;
"and then you offer your one and only joke
and you ask me what will i be
when i grow up to be a man
uhm, nothing!"


it's my life
to wreck
my own way.


ve tabi, that's how people grow up!



sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

9 Nisan 2011 Cumartesi

Sidney Lumet

1924 - 2011
Yanına geldiğimizde yine bize göstereceğin çok güzel şeyler olacaktır, biliyorum, ama şimdi hoşça kal güzel adam. Özlemek bizleri canlı tutacaktır.

İyi bir tarz, bence, görülmemiş bir tarzdır. Hissedilebilen bir tarz.

8 Nisan 2011 Cuma

Gözyaşlarımızı Bitti mi Sandın?*


Hiçbir şey ama tam anlamıyla hiçbir şey yapmak istenmeyen anlardaki saat tiktakları, küçüklüğümden beri dinlediğim o marşın büyük bir coşkuyla eşlik ettiğim; istemez vaadetmeyin cenneti bize, dünya cennet olacak ellerimizle cümlelerinin de etkisiyle belki, o meşhur soruyu sorduruyor bana; yoksa cehennem dedikleri, şimdi, tam burası mı? İnsanların nesneleri sahiplendiği gibi zamana aitiz belki, işlevini yerine getiremeyen veya getirmeyen ama yine de belki bir gün lazım olur diye saklanan o bozuk nesneleriyiz zamanın. Ya da geri dönüşümündeyiz insanlığın. Sadece yere uzanıp göğe, insan gözünün görebileceği en uzak yere bakabilmenin verdiği keyfi reddedenlerin dünyasında, sadece oturup emrini yudumlayan bizler, sahibinin sesiyiz bugün de.


Evet, marşlar eski marşlar bitik. Ve epik melodiler eşliğinde düzenlenen törenlerde tutulan saflar için mırıldanılanlar, lirizme geçit vermeyen dünyanın demagoglara aldanışına göre belki daha kederli ama, şehrin dışındaki o kasabada berduşlar ve meşum ihtiyarlarla var olmayan diyalogların monologa dönüşebilmesinin keyfi değil mi zaten, o nadir olan bazılarımızı da hala nefes ritüeline devam ettiren?

Neyse şimdi bırakalım da bunları hadi evrende kendimizi bulalım.

*mfö
fotoğraflar;
1, 1920'lerde Christoval'deki Güney Concho Nehri yakınlarında çekilmiş bir çadır kampı fotoğrafı.
2, 1941 yılında Britanya'da bir siperde göğe bakan çocuklar.
3, hubble uzay teleskobu tarafından evrenin bugüne kadar görülmüş en büyük, derin halini gösteren fotoğraf.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Fa yeung nin wa

Vurucu Yumenji's Theme müziğiyle beraber insanın içine işleyen sinematografisiyle farklı bir yerde duran bir film, İngilizce çevirisiyle In the Mood for Love.

Tozlu bir pencere camından bakar gibi, kaybolup giden o yılları hatırlıyor. Geçmiş, görebildiği ama dokunamadığı bir şey. Ve gördüğü her şey bulanık ve belirsiz.

Filmin çeşitli yerlerinde Yumenji's Themes eşliğindeki o güzel sekanslardan sadece birisi:


4 Nisan 2011 Pazartesi

64. Cannes Film Festivali

Ya da Festival de Cannes veya Cannes Film Festival
11 Mayıs - 22 Mayıs 2011 arasında gerçekleşecek olan 64. Cannes Film Festivali'nin posteri yayımlandı. Posterde Faye Dunaway'in 1970 yılında Jerry Schatzberg tarafından çekilen fotoğrafı yer alıyor.

Festivalin açılış filmi ise Woody Allen'ın yeni filmi, Midnight in Paris. Filmin de posteri ve fragmanı yakın bir zamanda yayımlandı. Ayrıca bir Woody Allen filmi olması bir yana, filmde Marion Cotillard, Rachel McAdams ve Adrien Brody'nin de oynadığını ayrıca belirterek kendimi heyecanlandırmayı gerekli buluyorum.



17 Mayıs Salı günü de efsanevi isim Jean-Paul Belmondo onuruna özel bir gece düzenlenecek ve "Belmondo, The Career" videoları gösterilecek.

Bu sene Festival jürisinin başkanı Robert De Niro,
Kısa Film jürisinin başkanı Michel Gondry,
Un Certain Regard yani Belirli Bir Bakış Bölümünün jüri başkanı ise Emir Kusturica.
Söylemeye gerek yok sanırım ama hepsi candır, Ayhan Sicimoğlu deyişiyle; hepsinin ayrı ayrı hastasıyız.

Son olarak söylememek için kendimi tutmaya çalışmış olsam da söylemeden edemiyorum; Semih Kaplanoğlu'nun bu sene filmi Cannes'da Belirli Bir Bakış bölümünde gösterilecek olsaydı yine ortalığı birbirine katar mıydı acaba merak ediyorum? Ama doğru ya, Kusturica'nın Altın Portakal'ın jürisinde yer alacağı 30 Temmuz 2010'da açıklanmıştı, Altın Portakal'a başvurular için son gün 20 Ağustos 2010'du. Semih Kaplanoğlu hem Altın Koza'ya hem de Altın Portakal'a başvurmuştu. Sonra Altın Koza'da 26 Eylül 2010'da ödül alan Semih Kaplanoğlu, Altın Koza'da ödül aldığı için kurallar gereği 14 Ekim 2010'daki Altın Portakal ödül töreninde zaten yarışamayacağı halde, 6 Ekim 2010 günü, Emir Kusturica gibi vahşet yanlısı, soykırım savunucusu(!) birisinin festival jürisinde oluşunu protesto ederek Altın Portakal'dan filmini çektiğini açıklayıp sonra da; sadece yarışmadan çekildiklerini, insanların gidip filmlerini izleyebileceğini, insanları filmlerinden mahrum bırakıp mağdur etmeyeceklerini söyledi. Sanırım zaten çeşitli çevreler sebebiyle fazlasıyla maruz kaldığımız demagojiyi yeterli görmüyordu ki kendisi de katkı yapıyordu. Bir de bu olaylardan sonra NTV'de Banu Güven'in programına katılıp internette Emir Kusturica'nın Bosna savaşı için söylediği soykırım ve vahşet yanlısı sözlerini içeren videoların olduğunu söyledi, fakat tabi ki ne kaynak gösterebildi ne kanıtlayabildi çünkü öyle videolar yoktu. Çünkü Emir Kusturica sadece; ülkesinin, Yugoslavya'nın, küresel sebeplerle parçalanıp çokuluslu şirketlerin cirit atacağı bir yer olmasına karşı çıkan bir anti-emperyalistti. Ya da 12 Ekim 2010'da BirGün gazetesinde Zahit Atam'ın yazısının başlığı gibi: "O, sanatçı ahlakının sembolü olacak kadar temizdir." Cannes'dan başlayıp Emir Kusturica deyince dayanamayıp sinirle; adaleti, özgürlüğü savunan ve insanlığa duyarlı(!) Semih Kaplanoğlu'nun tavırlarına daldım, konuyu dağıttım.

Neyse, her zaman tekrarladığım gibi festivaller candır ama tabi Cannes daha bir candır.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,


1 Nisan 2011 Cuma

Kaybedenler Kulübü


2007 yılında Nick Cave'in "And the Ass Saw the Angel" kitabının "Ve Eşek Meleği Gördü" çevirisi sayesinde tanımıştım Altıkırkbeş'i. O günden beri bir şekilde takip etmeye çalışıyordum, orada burada kitaplarını arıyordum. 1-1,5 yıl kadar önce, belki daha az belki daha çok, Şenol Erdoğan ve Kaan Çaydamlı'yı dolayısıyla Altıkırkbeş'i Facebook aracılığıyla takip etmeye başladım, ve bu sayede de daha oyuncu kadrosu belli değilken film fikrinden haberdar oldum, bana da öyle gelmiş olabilir ama bir şekilde çekimler bile başlamadan haberim oldu yani. (Yazar burada filmi sahiplenmeye çalışıyor.)

Bu zamanlar belki çok duyulacak bir şeydir, "... ben programa yetişememiş olsam da..." gibi sözcüklerle bezeli cümleler. Benim için de benzer bir durum söz konusu tabi, dinlemek bir kenara benim için uzun sayılabilecek bir süredir bir Altıkırkbeş okuru olsam da radyo programına dair pek bir şey bildiğim yoktu. Neyse ki artık iyi kötü programın bazı kayıtlarını edindim ve dinleyeceğim.

Film ilk dakikalarıyla sizi içine alıyor ve bir muhabbet başlıyor. Kendisini izletebilmesi bir yana, çok güzel senaryosu, oyunculukları, yönetmen becerisi, müzikleri ya da uzun uzun saymak yerine, bir filmi oluşturan hemen hemen tüm ögeleriyle bambaşka bir zaman sunuyor bize. Ama Şenol Erdoğan konuşurkenki altyazılara ayrıca değinmek gerekiyor sanırım, ya da "Ne Kulübü Lann!"a. Neyse belki de filmi izlemeyenler için bu kadar yeter, ya da izleyenler için de. Ama asıl olan, sahaf görünümlü yerlerde, ya bulursam, umuduyla Altıkırkbeş kitapları ararken soruyu her tekrar edişimde duyduğum bir anlık heyecan filmin tümüne yayılmış bir histi. (Ankara'da daha sonra buldum tabi gerçek sahafı)

Çok özel ve güzel şeyler yazmak istedim ama bir şekilde olmuyor, insan kendisini bu kadar yakın hissedince. Daha önce I Vitelloni'yi izledikten sonra söylemiştim sanırım; bozuk bir radyo umut, istediği zaman açılıp istediği zaman kapanan diye. Belki de doğruydu o cümle, bilemiyorum, kesinliğe yaklaştıkça uzaklaştığım birçok şey gibi.

Bugüne kadar izlediğim filmler içinde, berbattı gibi ifadeler kullandığım film pek fazla değildir. Çoğu film bir yönüyle mutlaka yakalar beni ama gerçek anlamda hayran kaldığım film de azdır. İşte Kaybedenler Kulübü de onlardan biriydi. Çoğu yerde gösterimdeki en iyi film gibi ifadeler okuyor, duyuyorum. Bence abartıyorlar; Kaybedenler Kulübü, yerli sinema tarihinin en güzel filmlerinden biri. Belki kullanmaktan pek hoşlanmıyorum bu ifadeyi ama, -ve nice filmler gibi yanlış anlaşılmasından da korkuyorum- gidin izleyin bu filmi sinemada. Sinemada izlemesi ayrı keyif, daha sonra tekrar tekrar izlemesi ayrı bir keyif olacağını düşünüyorum. Filmiyle, kitabıyla, müzik albümüyle ve umuyorumki yakında gelecek olan DVD'siyle Kaybedenler Kulübü çok özel bir yere sahip. İyi ki varmışlar, iyi ki gerçek anlamıyla olmasa da bir şekilde sevilen o güzel şeyler aracılığıyla tanışmışız.

Mehmet Öztekin ve Kaan Çaydamlı'yla yapılmış bir röportaja ulaşmak için sizi buradan alayım.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses