7 Aralık 2014 Pazar

The Homesman


Akıl sağlığı yerinde olmayan üç kadının Nebraska'dan Iowa'ya götürülüş hikayesini görevi üstlenenlere odaklanarak anlatıyor The Homesman. Tommy Lee Jones, kolay ifadeyi sağlamanın ötesinde janrlarla ifade etmeden ne kadar hoşlanmadığını söylese de western-olmayan-western diye nitelenebilecek kadar türün alışılmışlarına ters gidiyor film; westernlerde batıya gidilirken burada doğuya gidiliyor, kadın karakterler Jones'un "bugüne kadar yalnızca cinsiyeti sebebiyle metalaştırılmamış ya da önemsizleştirilmeye çalışılmamış bir kadın yoktur" deyişine denk düşer biçimde hikaye erkekler değil kadınlar üzerine oluyor ve daha önemlisi taşıdığı politik alt tonun daha da güzelleştirdiği biçimde kahramanlar konu edilmiyor. Ama aynı zamanda, western türünü sevme sebebim olan ruh hali ve genel hissi de taşıyor film, fakat tonundan daha önemli olan şey Hillary Swank'ın güçlü performansıyla filmde merkezileşen Cuddy karakteri. Hikayesini Cuddy üzerine kurarken yaşamın güzel üzerine döndüğünü de ortaya koyuyor film, fakat buradaki güzel çok daha soyut ve kapsayıcı bir mefhum olarak; yoksa ana yol olmadığı için yüzlerce tali yoldan birine dönüşmüş ikili ilişkiler özelinde tanımlanmış bir güzellik değil.


Filmin ağır temposu karanlık tonuyla beraber ziyadesiyle uyumlu ilerliyor; ancak seyir bittikten sonra izleyicinin içinde büyüyen hali seyir sırasında farkına vardırtmasa da finale yaklaştıkça anlatısı anlamlanıyor filmin. İşte bu yüzden ana karakter olmanın ötesinde hikayenin sebebi Cuddy, zira onu tanımadan final bu kadar vurucu olamazdı, ya da Tommy Lee Jones'un yüzünün kırışıkları bu kadar farklı biçimde iletken hale gelemezdi. Karakterlerin güçlülüğü genel itibariyle bir mesele olarak algılansa da güçlülüklerinden ziyade bir diğeri-yle beraber/-ne rağmen/-nin aksine var oluşları ilişkileri belirginleştiriyor. Umursuzca etrafta dolaşan Briggs'in bir noktadan itibaren umarsızca etrafına bakınmaya başlaması da bu sebeple; süreklilik olmadığı sürece insan ederinin ötesine bakmaya çalışıyor.        


The Homesman'in etkileyici görselliği de karanlık tonuna pekiştirici oluyor; atmosferi iyi tanımlayan genel çekimlerin haricinde karakterleri mekan ve zamanda konumlandıran hayranlık uyandırıcı sahne ve sekanslar filmin seyirciye yüklemekten çekinmediği buhranı katmerliyor. Fakat filmi kuran ağır tempo söz konusu çekimlerle iyi dengeleniyor olsa da kurguda yer yer atlamalar göze batıyor, ayrıca hikayenin geriye dönüşleriyle beraber üç kadına dair araya kesilen sahneler bütünlük içerisinde fazla sırıtıyor; yani bir heyecanla arka arkaya şu da güzel, bu da harika dercesine sıralıyor olsam da filmin fazla sıkıntılı gelen bir tarafı da var. Zaten nihayetinde cümlelerinin içeriğiyle etkileyici olabilen bir film The Homesman, ve izleyenin içerisinde yavaşça büyümesinin sebeplerinden biri de bu; çarpıcı değil esir alıcı bir film bahsettiğimiz, ve böyle bir esaret nasıl arzulanmaz ki?    

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses