29 Nisan 2012 Pazar

The Sunset Limited


Cormac McCarthy, No Country For Old Men ve The Road gibi filmlerin, kitaplarından uyarlanmasıyla filmlerin yapım tarihlerinden de anlaşılacağı üzere çok geç tanıdığım bir yazar. Karanlığın tasvirini en direkt ve garip bir biçimde en zarif haliyle yapabilen ender yazarlardan birisi. The Sunset Limited da kendisinin bir oyunundan uyarlanmış bir televizyon filmi, pardon daha doğrusu HBO yapımı bir film. (HBO'ya olan hayranlığım artık daha da büyüyemeyecek boyutlarda olduğu için kendilerinin sloganlarına -it's not tv, it's hbo : televizyon değil, hbo- uyarak televizyon filmi ifademi düzelttim tabi.) Tommy Lee Jones, yönettiği ve Samuel L. Jackson'la beraber; biri intihar etmek üzere olan profesör diğeri onu kurtaran güvenlik görevlisi iki kişinin olaydan sonraki sohbeti üzerine kurulu tek mekanda geçen filmin iki tarafını oluşturduğu filmi başından sonuna hayranlıkla izledim. Bu tarz, tamamen diyaloglar üzerine kurulu ve tercihen tek mekanda geçen filmleri seven birisi olarak böyle bir filmi beğenmemem mümkün değildi zaten.

Aşağıdaki alıntıları filmin sonuna doğru olan bölümünden aldım; film boyu duyduğum bu sözleri blogda alıntılamalıyım diye düşünmüş olsam da izlerken, benim aldığım o tadı almak da yeni izleyecek olanlara kalsın.

- Dünya aslında bir çalışma kampı. Tamamen masum olan işçilerden birkaçı her gün piyango yoluyla idam edilmeye götürülüyor. Bence bu sadece benim bakış açım değil, gerçeğin ta kendisi. Alternatif bakış açıları var mı? Evet. Dikkatli bir incelemede ayakta kalabilirler mi? Hayır.
 ***
- İnsanın kalbindeki ölüm korkusunu yok edersen bir gün bile yaşayamaz. Bir sonrakinin korkusu olmasa kim bu kabusu ister ki?
 ***
- (...) Düşünmesi bile kalbimi ısıtıyor. Karanlık, yalnızlık, sessizlik, huzur. Ve hepsi bir kalp atımı uzakta. Ben ruh hâlimi dünyaya kötümser açıdan bakmak olarak görmüyorum. Dünya böyle diyorum. Evrim elinde olmadan zeki hayatların sonunda bir şeyi, her şeyden önce bir tek şeyi fark etmelerini sağlar. Ve o bir tek şey de "boşunalıktır".
- Seni yanlış anlamıyorsam diyorsun ki aptal olmayan herkes intihar eğilimi göstermeli.
- Evet.
- Dalga geçmiyorsun yani?
- Hayır, dalga geçmiyorum. İnsanlar dünyayı gerçek hâliyle görebilse, hayatlarını gerçek hâliyle görebilseler, hayalle ve yanılsamalar olmadan yani, bence mümkün olduğunca çabuk ölmemek için ortaya bir tek neden bile süremezlerdi. 

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

27 Nisan 2012 Cuma

Batı'ya Doğru

Western'e gittim, döneceğim. 


sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

16 Nisan 2012 Pazartesi

The Mentalist, veya Patrick Jane


Patrick Jane: Şimdilik tahminim; Carl Ward.
Grace Van Pelt: Hey, adam üç el vurulmuş!
Patrick Jane: En iyi suç ortağı ölü olandır.
Wayne Rigsby: Adam ölmedi ki.
Patrick Jane: Meah, kimse mükemmel değil.

The Mentalist'ten sıradan bir diyalog. İlk sezonu izlemeye dayanabilenlere ikinci sezon sürpriz yapmış yapımcılar; rezalet bir ilk sezonun ardından iyi bir polisiye haline getirebilmişler diziyi ikinci sezonda. Ee, Patrick Jane karakterinin potansiyelini harcamalarını beklemiyordunuz herhalde!

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

6 Nisan 2012 Cuma

It's Only The End Of The World*


Fazla zorlamaya gerek yok kelimeleri, taşıyabileceklerini taşıyorlar. Hem zaten anlatılar neyi değiştiriyor/kolaylaştırıyor ki; kabullenmeyi mi, ya da zamanın geçişini? Belirsiz bir an belki, ama hepsi o. Zamana bırakılan izler bile daha etkili oluyor, uçak giderken arkasında kalan duman gibi; o kadar soğuk ki havada asılı kalıyor, ve hani tıpkı bir zamanlar mahkumlara uygun gördükleri gibi. Öfkeye mecali kalmayan insanların ödüllü kapanı artık yaşam; bitmeyen tanımlarla, gün geçtikçe daha çok soluyorken.


Şarkıda da diyor ya, sirk kasabayı terkettiğinden beri diye, öyle işte.

*altı üstü dünyanın sonu minvalinden bir başlık atmışken (dağılmış olsalar da) r.e.m.'e de selam vermeli. black box recorder hep burada zaten.
fotoğraf, rodney smith. "hastasıyız."
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

1 Nisan 2012 Pazar

The Drought

Kuraklık zamanında yaşlı bir şemsiye satıcısı, son zamanlarda şahsım adına gördüğüm en güzel metaforlardan birisi.


Hep beklediğimizi söylüyorum, herkes gibi. Öyle bir çaresizlik ki en ufak bir kelime veya görüntüden saçma sapan ama anlamlı gözüken cümleler çıkabiliyor, çünkü sürekli bir anlam arayışı; öyle ya, ya varsa? Yoksa işimiz kolay zaten, her şey böyle ilerliyor. Fazla ciddiye alıyoruz ama her durumda, yani herkesin hayran olduğu anti-kahramana herkes boşuna hayran, veya kendileri gibi olmadığı için. Her neyse kısa filmimizi izleyelim en iyisi, böyle farazi kalem yoklamaları da ahkâm kesmekten çok öteye gidemiyor.

blogspot'un yeni düzenlemesine "bu ne bee" diye tepki verdiğimi eklemeyi unutmadan,
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses