28 Haziran 2012 Perşembe

Der Himmel über Berlin


Birbirine dokunamayan insanların hikayesiyle izleyicisine dokunmayı bir kez daha başarıyor Wim Wenders Der Himmel über Berlin (Wings of Desire / Arzunun Kanatları) ile. Wenders'in bunu daha önce de yaptığı diğer bir filmi Paris, Texas'ı da bundan birkaç yıl önce izlemiş ve kendisinin Der Himmel über Berlin'i adadığı kendi ifadesiyle -filmdekine benzer- "melekleri" Tarkovski, Truffaut ve Ozu gibi Wenders'in de, tam olarak bu ifadeyle olmasa da, benim "meleklerim"den biri olduğunu düşünmüştüm. O anda Wim Wenders'in başka bir filmi olup olmadığı veya diğer filmlerinin Paris, Texas kadar güzel olup olmadığı hiç önemli değildi, o filmi yaratmış bir insan benim için her zaman farklı bir yerde olacaktı. Çünkü ilk defa bir Avrupalı yönetmenin filmi, izlemeden önce okuduklarım sebebiyle büyüyen beklentimi karşılamak-karşılamamak bahsinin ötesinde beklentilerimi başka bir noktaya taşımıştı. Kendisinin daha sonra izlediğim bir iki filmi genel anlamda yönetmenin sinemasına bir aşinalık kazanmamı sağlamış olsa da Der Himmel über Berlin'i izleyene kadar hiçbiri bana bir kez daha öyle hissettiremedi.


Estetik ameliyatı olmamış haliyle keşke daha fazla sayıda "izlenebilir" filmde yer almış olsaydı diye düşündüğüm Meg Ryan'ın, Nicolas Cage ile başrolünde yer aldığı City of Angels'ın kendisinden uyarlanmış olması dolayısıyla filme aşina olacağımı düşünmüşsem de hikayenin belli noktalarda ortak olmasından bağımsız olarak, o hikayenin işleniş şekliyle -elbetteki sinema dili farklılıkları- bambaşka bir film Der Himmel über Berlin. Sadece, filmde Nick Cave & the Bad Seeds'i The Carny'yi  söylerken görmenin verdiği büyük keyifle bile benim için kendisine çok özel bir yer edinen, monologlarının şiirselliği haricinde de bir şiirselliği yakalamış güzel bir film Der Himmel über Berlin.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

26 Haziran 2012 Salı

Awakenings


Bir an dans ederken diğerinde yürümekte zorluk çekiyorsun, belki dans ediyor olduğunda sen de farkında değilsin. O, senin zar zor yürüyor olmanı sadece senin algıladığın gibi görmüyor, zaten bu yüzden onunla dans ediyorsun ya. Kaç kez uyanılıyor yaşamda ben saymayı düşünmedim hiç, belirli bir sayısı olamayacağı kesin gibi geliyor, ama ben daha önce farketmedim de sokakta yürüyen insanların böylesine bir görüntü oluşturabileceğini. Biliyorum, 1969 yazı farklıydı diyeceksin. Hele de 1990'da bu kadar farklı gözüküyorsa şimdi nasıl gözüküyordur, onu da biliyorum. Ama Lucy'nin söylediklerini düşününce tutamıyorum kendimi, ne yapmaktan bilmiyorum ama tutamıyorum, ve anlayamıyorum nereden geliyor bu geçmiş çünkü şu üstünde kıpırdandığımız toprak asla son bulmaz, geçmiş asla takipten usanmaz, gelecek başlamaz ve şimdi, asla son bulmaz.*

Lucy : "1926 yılında olmadığımızı biliyorum. Sadece öyle olmasına ihtiyacım var."

Awakenings, Robert De Niro ve Robin Williams gibi iki güzel adamın başrolünde olduğu, usta senarist Steven Zaillian'ın Oliver Sacks'in gerçek bir hikayeye dayanan kitabından uyarladığı senaryosuyla kendine farklı bir yer edinen dokunaklı bir Hollywood filmi, 1990'dan güzel bir Hollywood esintisi.

*black spring/kara bahar, henry miller, imge yayıncılık, 1. baskı, 1986, istanbul, s 41.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

25 Haziran 2012 Pazartesi

Barney's Version


Yer aldığı her filmi farklı bir noktaya taşıyan Paul Giamatti ve onun filmdeki babasını canlandıran efsane Dustin Hoffman'ı ön plana çıkarmak amacıyla yapıldığını düşündüğüm çok kötü afişinin aksine güzel bir film Barney's Version. Kanadalı yazar Mordecai Richler'in romanından uyarlanan filmde, Barney Panofsky ismindeki kurgusal TV yapımcısı kendi yaşamının anlatıcısı oluyor bir nevi ve bana bir kez daha çoktan 100 yaşını devirmiş olan sinemanın, hikaye anlatmadaki becerisiyle edebiyatı aslında daha iyi bir noktaya taşıdığını gösteriyor. Pek fazla hemfikrim olmayacak olsa da uzun zamandır düşündüğüm bir şeyin somut göstergesi oldu yani film bir noktada: senaryodan bozma gibi duran hikaye anlatımları içlerindeki birkaç cümleyle kurtulamazlar, çünkü edebiyat çok daha özel üsluplara layıktır. Tabi bu sinemanın sıradanlığı kaldırdığı veya kendi içinde kaldırabildiği anlamına gelmiyor. Sadece, sinemanın, sahip olduğu imkanlar sayesinde başta edebiyat olmak üzere dünyadaki birçok şeyin üzerinde büyük etkisinin olduğunu ve hatta birçok şeyi değiştirdiğini söylemek istiyorum, en azından kişisel olarak benim için. Tabi şimdi bu filmin bir kitap uyarlaması olmasını söyleyerek bu noktaya gelmiş olmam da, film eleştirisi değil biraz savruk da olsa -ve ruh halim dolayısıyla her zaman  başaramıyor olsam da- film denemeleri yazmaya çalışıyor olmamla alakalı. Yani filmlere yamuk bakış derken aslında biraz da bunu kastetmiştim.

Barney's Version, kendisini izleten ve kendisinden, sıradan bir adamın "aşk öyküsünden" fazla bir şey beklenmemesi gerekse de fazlası bulunabilinecek güzel bir seyirlik.

Paul Giamatti'ye
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

22 Haziran 2012 Cuma

Mary and Max


Mary and Max'in yönetmen ve senaristi Adam Elliot'ın 2004'te En İyi Animasyon Kısa Film Oscar'ını kazanan Harvie Krumpet filmini izlediğimde çok beğenmiştim, o zamana kadar izlediğim animasyonlardan çok daha farklı bir tadı ve güzelliği vardı ama yine de filmi çabuk unutmuştum. Benim için çok özel bir yere sahip olan ilk animasyon film Wall-E'ydi, gerçekten o zamana kadar izlediklerim içinde bambaşka bir animasyon filmdi, hatta bir daha öylesini izleyemeyeceğimi bile düşünüyordum ki uzun süredir beklettiğim Mary and Max'i bugün izledim, ve yine yanılmış olduğumu gördüm.

Mary and Max, çok anlatılıyormuş gibi gözükse de aslında her zaman olduğu gibi doğası gereği hep bir kıyıda kalan insanları, animasyon filmlerin hikaye anlatabilme potansiyelini çok iyi kullanarak konu alan çok güzel bir film.

Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim; filmi izlerken Max'la o kadar bütünleştim ki, filmi durdurup mutfağa gittim ve bir parça ekmek arasına sütlü çikolatamı koyarak afiyetle yedim.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

21 Haziran 2012 Perşembe

The Master


Paul Thomas Anderson. Yaşadığımız dönemin en önemli yönetmenlerinden biri, bana sorarsanız. Her filmi o aynı güzel tadı verebilen farklı birer sanat eseri. Philip Seymour Hoffman'la olan iyi ilişkisi, veya sinema dünyasındaki yaygın deyişle, Hoffman fetişi/takıntısı sayesinde yeni filminde kendisini başrollerden birinde izleyecek olmamız elbette Anderson'un yeni filminin uzun zaman önce gelmiş bir güzel haberiydi. Yakın zamanda da filmin ikinci teaser trailerı yayımlandı.

1950'lerin Amerikasında popülerleşmeye başlayan bir dini organizasyonun lideri karizmatik ve entelektüel "the Master" (Philip Seymour Hoffman) ile onun sağ kolu olan genç "savruğun" (Joaquin Phoenix) ilişkisi üzerine olan film, muhtemelen, bu yılın sonbaharında gösterime girecek. Tabi tahminim, gelecek yıla kadar Türkiye'deki salonlara uğramayacağı yönünde.



sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

14 Haziran 2012 Perşembe

Cat Power / Emily Haines

Derin ümitsizlik, dedi dostum Barış. Sadece, haklısın, diyebildim. Daha doğrusu çok konuştum, çok şey söyledim, yazdım ama sadece "çok haklısın" anlamına geliyordu onlar, yani içlerinde anlam ifade eden tek şey oydu. Bazen ipin ucunu kaçırırım.

Sahne ismi Cat Power olan Chan Marshall ve Metric'ten tanıdığım Emily Haines, veya Emily Haines'den tanıdığım Metric. Kuramadığım cümlelerin ifade ediliş şekli onların şarkıları. Birisi 1998 yılında yayımlanan Moon Pix'den, diğeri çıkalı daha iki gün olan Synthetica'dan. Elbette birisinde bir grup katkısı var ama, "Bizim cehennemimiz iyi bir yaşam" diyen şarkılar yazan bir kadını da her zaman daha ön planda görmemem mümkün değil tabi.



 

9 Haziran 2012 Cumartesi

Allegro


Harfler sessizliği mümkün kılmak için var, daha olan bir ihtimali göstermek için. O yüzden kendi başlarına bir anlam ifade etmedikleri konusunda bu kadar ısrarlıyız kendi alfabemizde, çünkü hemfikir olmamak ittirici bir güçtür. Christoffer Boe da böyle düşünüyor olacak ki bildiğimiz cümlelerle yaratmamış yine filmini. Kendisiyle tanıştığım ilk uzun metrajlı filmi Reconstruction'ı da göz önünde bulundurarak farklı ve güzel bir film dili olduğunu düşündüğüm Boe bu sefer aşkı ikinci plana alarak bir "aracı" olarak kullanmış ve yine izlerken de izledikten sonra da zihinde dinlendirilmesi gereken güzel bir film ortaya çıkarmış. 

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses