10 Nisan 2018 Salı

You Were Never Really Here


Tavsiye ederken filmi tarif etmek için sınırlı kelime haznesiyle kullanılan klişe tabirler ne kadar makul duruyorsa, bir film üzerine konuşmaya başlandığında benzer biçimde yalnızca iki uçta sarf edilen cümleler de o kadar tuhaf geliyor. Yaşamın her katmanında söylenen bir şeyi temellendirme noktasında yaşanan sorunlar, kanaatleri kutsallaştırmak ve ölçüyü değil tutturamamak bunu dert bile edinmemek gibi şaşılası gerçekliklere çıkan yanları bir yana, bir film yalnızca "sevdim/sevmedim" düzleminde iki kelimeden birini söylettirmek için varsa eğer her anımıza sızmış algoritmalarla hedefini hep on ikiden vuran filmler çekmek şimdiden mümkün olmaz mıydı? Bir yaratıya bakıp yekten bir sıfatı üzerine oturtmak bu derece kolaysa o yaratının varlık sebebi rastgele düzülen bir dükkanın duvarlarında kalmış alakasız posterlere yakınsamıyor mu? Lynne Ramsay'in sinema dili tam da bu sorulara kaynak olacak biçimde işliyor. You Were Never Really Here'ın sergilediği zanaatkârlık ötesinde neyi barındırdığını büyük bir merak ile karşısına oturmama rağmen beni zorlamış olması sebebiyle biraz tepkisel biçimde dillendirecekken adeta zihinde beliren anlık fikirler veya bir anda benliği esir alan hisler gibi gözümün önünde birbirine bağlanıyor filmin sunduğu her şey. Birbirini çağıran sahneler ve fikirlerin bağıntılarına biraz yakından bakmak isteyince dağılıyor sonra hepsi. 



Lynne Ramsay, her türlü gerçekliği alımlı yansıtmaya kafayı takmış sinema estetiğinden uzak hareket ederek karakterlerin o deneyimleri içerisinde ne kadar debelendiğini yansıtmaya odaklanıyor ve debdebeyi gerekmedikçe aramıyor. Hali hazırda gayet sinematik mevzusu sebebiyle yer yer sahneler ve temalarla anımsattığı filmlerin aksine bir yorum getirip yalnızca filmdeki olaylar zincirine dair değil, izleyicinin tüm bu eylem ve hislerin faraziliğine dayanarak mest olma arayışına da kendince bir yorum getiriyor. Bir kiralık katilin konu edindiği filmde, o karakterin herkesi büyük bir özgüvenle öldürecek olması mı filmin çekiciliğini oluşturuyor, yoksa o katilin o noktaya gelişindeki aşamalar mı öylesi sahneleri söz gelimi bir çatışma haberinden daha anlamlı kılıyor? Bir temas ve bir aradalık arayışıyla yaşamın rahatlıkla görülen kırılganlığının aksine insanın son nefesi verişindeki vahşetin birbirine tezatlığı koruyor karakterin her şeye rağmen naifliğini bu hikayelerde. Taxi Driver, Le Samourai, Léon: The Professional veya bir başkası; birbirlerinden ne kadar farklı yönleri olsa da odaklandıkları karakterlerin yapısına bürünüşleriyle var oluyorlar. Fakat You Were Never Really Here onların aksine taklit edilesi bir gerçeklik kurgulamak için çaba göstermiyor ve bu sayede iç içe geçirdiği zamansallıkları birbirlerine dair yorum olarak kullanabiliyor: açıklamak yerine işaret ediyor. 

Filmin yansıtırken düştüğü varoluş problemleri olduğu söylenebilir, ama jenerik akarken zihne hala kendi dünyasında bir tur attırmaya devam ediyor oluşu ve bunu parçalı imalarla becerme hali takdire şayan. Karakterin sayıklamalarından filmin ismine her şeyi haykırıyor esasen You Were Never Really Here; güzel bir gün orada duruyor, tekinsizce.

joaquin phoenix'in hayranlık uyandırıcı serisinin en keyifli yanı performansı kadar başarılı filmlerle geliyor olması. 
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses