Güne hükmeden toplumsal ve ekonomik koşullara odaklanan anlatılar çoğunlukla
fazla odaklanmış hissi verirler bana, dolayısıyla cümleleri doğru olsa bile itici bir tarafları vardır. Çünkü konu ettikleri problemlerin ilk yüzleri kadar dar bir alanda oynarlar; meseleyi geniş bir perspektiften görme konusunda ya isteksiz ya imkansızdırlar. Yerli edebiyatta da bir dönemi tanımlamış insanların en büyük problemidir bence bu: bir hikaye anlatacakken birkaç madde çıkarıp onların peşinde hikayeyi kaçırmak. Fakat bu minvalde hem iyi hem de doğru cümle kuran sinemacılar Dardenne kardeşler, ve bu sebeple kendilerine olan hayranlığım çok büyük. Zira sıkıntı verici bir düzensel problemi farklı boyutlarıyla ve ana karakterin günlük yaşamını sadece o odak noktasıyla tanımlamadan anlatabilmek, yani sıkıntıyı değil hikayeyi anlatıp yergiyi onun içine yedirmek ancak Dardenne kardeşlerde bu kadar gerçek ve buna rağmen zarif olabiliyor.
Deux jours, une nuit, iş yerinde ya ikramiye ya kendisinin kovulmaması üzerine oylama yapılan Sandra'nın ikinci bir oylamaya izin koparabilmesiyle iş arkadaşlarını ikna etmeye çalışmasını konu ediniyor. Olağanın dışında, inişli çıkışlı bir haftasonunun dahi günün devridaimliğini aktarabiliyor olması aslında bulunduğumuz zaman itibariyle kişinin nerede konumlandığını gayet iyi gösteriyor. Dardenne kardeşlerin karakteristik özelliği olan planı var eden hareketi takip eden kamera kullanımı, söz konusu günün rutinini seyirciye aktarabilme konusunda ekstra etkili olurken hikayenin karakterleri çevreleyiş biçimi de meselenin iç sıkıcılığını daha bir merkezileştiriyor. Dardenne'lerin yerinde ifadesiyle, Marion Cotillard'nın da kendisine yeni bir ifade kazandıran performansıyla hem vücudunu hem yüzünü rol için dönüştürebilmesi Sandra'nın her duygusal titreşimini seyirciye doğrudan ulaştıran etken oluyor.
Deux jours, une nuit, tekrara giren bir yapı üzerinden kuruyor anlatısını. Ancak bu tekrarlar her seferinde yeni bir cümle olmasa da yeni ifadeler ortaya çıkarmayı başarıyor. Filmin sürükleyici yapısı da biraz buradan ileri geliyor, yoksa söz konusu oylama hikayenin temeli gibi dursa da aslında film oylamaya veya onun sonucuna dayanmıyor, burada söz konusu olan büyük bir problemin birkaç yaşam üzerindeki tezahürü ve ona karşı konulmaya çalışılan mücadele. Oylama belki anlatıdaki yaşamları değiştirecek ama hikayenin pozisyonlanışını değiştirmeyecek, temelinde olmama sebebi de bu zaten. Olayın muhattabı tüm insanların içerisinde bulunduğu ya da girmekten korktuğu durum tüm bu döngüselliğe anlamını katıyor, çünkü günün rutini derken kastedilen bunun ötesinde bir tekrar değil; açığa yeni ufak ifadeler çıkartan ama aynı cümlenin ezberlenişinden öteye gidemeyecek yaşamlar kuruyor yeryüzünü.
Deux jours, une nuit bu durumu kendisine karşı kullanarak oturtuyor anlatısını, ve işliyor da. Karşıya karşıya kalınan etik kararlar ve mücadele edilesi bir yaşam eksiği ya da fazlası olmadan orada dururken üçüncü boyut gözlüğe ihtiyaç kalmadan kendiliğinden kuruluyor, belki de Dardenne'lerin sosyal dramalarını bu kadar etkileyici yapan budur: vaaz vermiyor; anlatıyor, dinliyor, anlatıyor, dinliyor ve sonra şans eseri aynı ortamda bulununca birbirlerine tanıştırılmış insanların vedalaşmadan, çekingence ayrılışları gibi yavaşça karartıyor perdeyi.
İyi mücadele verdik, diyebilmek belki de her şey; çünkü ötesinde kalan dahil olmak.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,