10 Ocak 2015 Cumartesi

Whiplash

Vasatlığa övgüyü aşağılamak mı yoksa o ince ayrımı becerebilip vasatlığı kutlamaktan kaçınmak mı? Bu noktadaki sorgu hikayenin temel dayanaklarından biri, dolayısıyla film boyu karşılaşılan bir çıkmaza dönüyor bu mevzu zira her yöndeki cevapta, her türlü yol yapım sürecinde ortaya çıkan ve filmin asıl cümlelerinden birini ortaya koyan bir gerçeklik var: yaşam bir hastalıktır. Dikkat edilmesi gereken şey bunun ucuz bir edebiyatla arabeske meze olarak söylenmiyor oluşu, ama ince olsun olmasın, nüanslar konusunda oldukça zamansız sanıyor kendisini vasatlığın taçlandırıldığı günümüzün insanı, bunun doğal bir sonucu olarak da nasıl yemek sonrası bir eline sağlık ifadesinin arkasından yemeğin lezzetine dair olumsuz bir şey gelmeyeceğini sanıyorsa işte tavır olarak yaklaşım farklılıklarını da öyle kaçırıyor. Çünkü "iyi" denilen şeyin tanımı nasıl bağlama denk düşecek biçimde değişiyorsa hastalık ve bağımlılık denilecek şeylerin de tanımları bağlama göre değişmekte ve yaşamın bir hastalık olması herhangi bir tarafa yanaşmaya kalkışmayan bir durum ifadesi olarak yer almakta. Whiplash'in bu üzerinde durduğum cümlesi, en iyi jazz davulcularından biri olmak isteyen Andrew'ın ve ona bu süreçte eşlik eden hocası/şefi Fletcher'ın hem birbirleriyle hem de enstrümanlarıyla kurduğu ilişkiye dayanak oluyor. İnsan kendisini kurtaracağı inancıyla bir tutkuya sarılıyor ve sonrasında neler olduğunun ya da neler olabileceğinin önemi kalmıyor.


Vasatlığa karşı pek Don Kişot şövalyeliğini anımsatmayan savaşında çelişkilere düşmeye hayli meyilli Fletcher, filmin ilk sahnesiyle beraber hikayedeki ve filmin genel olarak üzerinde durduğu yukarıda bahsettiğim mevzulardaki ağırlığını en azından müzik okulu öğrencileri nezdinde gösteriyor. İlerleyen kısımlarda Andrew'ın aile yemeğindeki tartışması da filmin bu meselelerine sahnedekileri iyi göstermek adına ayarlanmamış bir ışık tutuyor denilebilir. Filmin açılış ve tırmanış bölümlerinden bu iki örnekten söz açıp simgesel önemlerinden söz etme sebebim hikaye anlatımındaki beceriden bahsetmek. Film sürekleyici biçimde gayet özel bir alan sınırındaymış gibi duran hikayesini o kadar becerikli anlatıyor ki; her sahneye, her kareye ilmek ilmek işlenmiş gerilim seyirci üzerinde de etkisini gösteriyor. Bugüne kadar hiçbir enstrüman çalmayı becerememiş, en son elinde mızıkayla Sprinsteen melodileri çalmaya çalışıp onu da başaramamış ama takıntılı biçimde müzik dinlemiş jazzsever ortalama bir dinleyici olarak, Hank Levy'in Whiplash'ini artık rahat rahat dinleyemeyecek olma sebebim işte tam da filmin aksettirdiği bu gerilim, yani bu derece sürebiliyor etkisi.

Cümlelerini değerli kılan hikaye anlatımı arkasında bunu mümkün kılan aktarım yeteneği Whiplash'i bu seneden geriye kalacak filmler arasına sokuyor -ödül sezonu Akademi Ödülleri'ne kadar sürdüğü ve bu süreçte bir önceki senenin filmlerini hala izliyor olduğumuz için ben muhtemelen Akademi ertesine kadar hala izlediğim filmlere bu senenin diyeceğim bu arada. Seyirciyle sürekli diyalog halinde olan kameranın kullanımı, her sahneyi hissiyle yansıtmayı başaran görüntü yönetmenliği ve tabii ki o enfes kurgusu filmin cümleleri kadar güçlü temellerini kuruyor.

Whiplash, tüm bunların üzerinde, J.K. Simmons ve Miles Teller'ın performanslarının etkisinde, ritmik bir çabayla yükseliyor. Hadi şimdi Whiplash ile Caravan'ı dişleri sıkıp ellerimize bakmadan dinlemeye çalışalım, bakalım mümkün mü?

hep orada burada ufak rollerde izlenip her seferinde acaba bir filmi başrol olarak taşımaya kalksa aynı bu rollerdeki ilgiyi uyandırabilir mi, bu kadar etkileyici olabilir mi diye düşündüren amerikan karakter aktörlerinden j.k. simmons, whiplash ile beraber iyi bir cevap da veriyor ayrıca.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses