23 Ocak 2015 Cuma

The Imitation Game


Enigma'nın çözülüşünü kendisine merkez alarak Alan Turing'e odaklanan The Imitation Game, diye tanım ve tarif yaparken yalnızca iki kelimelik ifadeyle geçilen çözülme evresi, doğal olarak, filmin ayaklarından birisini oluşturuyor. Turing'in eşcinsel oluşu sebebiyle karşılaştığı engeller ve yaşadığı büyük sorunlarsa dönemde aynı cendereye sokulmuş diğer insanları temsil edercesine hikayenin diğer bir ayağı olma görevini üstleniyor. Başarılı kurgusuyla bu iki akımı iyi dengelerken biyografik filmlerin genel problemi olan tek boyutluluktan kurtuluyor The Imitation Game. Bu anlamda ister istemez diğer bir En İyi Film Oscar'ı adayı olan The Theory of Everything ile kıyaslayasım geliyor filmi, çünkü onun yapmayı pek beceremediği birçok şeyi layıkıyla olmasa da kotarabiliyor -gerçeklikle oynayışını kurgusallığı içerisine oturtabilmeyi ve olmuş-geçmiş olana yeni bir anlam katabilmeyi başarıyor mesela en basitinden-; fakat en önemlisi benzeri filmlerin genellikle düştüğü hataya düşmeden tarihsel olayları veya kişileri aşırı dramatik biçimde ele almıyor. Bu ılımlı yaklaşımı The Imitation Game'in en övülesi ve aynı zamanda filmi en çok eleştiriye açabilecek mühim özelliklerinden birisi.


Olayları öncülü ve ardılıyla ama odağa neyi oturtarak alması gerektiğine iyi karar vermiş bir anlatı olması, filmin hayranlık uyandırıcı yönlerinden birisi. İkinci Dünya Savaşını yalnızca aksiyon kaplamasıyla ele almayan, savaşı görüp onun yanından geçen bir film olarak zayıf noktama dokunan bir film olduğu gerçek The Imitation Game'in, fakat bunun etkisinin ötesinde materyaline önem verdiğinin emareleri sürükleyici işleyişini aynı zamanda dolgunlaştırıyor da. Her ne kadar savaşın sebep olduğu yıkımı yansıtmayı amaçlayan sınırlı sayıdaki sahne özel efekt kullanımıyla genel hisse zarar veriyor olsa da filmin söz konusu dolgunluğu bir doygunluğa çeviremiyor oluşundaki etken başka bir noktada. Anlatı, Turing'i konumlandırma konusunda boyut problemini bir ölçüye kadar aşarken, onun haricinde de gayet ilgi çekici karakterler sunan hikayede destekleyici rolleri keşfetmekte fazla kısır kalıyor. Tipleştirilen rollerin doğal bir sonucu olarak da hikayenin ihtiyacı olan insan etkileşimini yaratmakta ciddi bir problem yaşıyor The Imitation Game. Yani asıl hikayeyi ele alış yönünden tek boyuttan kaçabilmiş olsa da hikayeyi gerçek anlamıyla keşfedebilme ve dolayısıyla anlatabilme konusunda buçuklarda sıkışıyor. Yapılan işin önemini ve Turing'in o işe odaklanabilme yetisini aktarabilme konusunda başarılı olsa da bunun Turing'in gözündeki değerini sorgulamakta sıkıntı yaşıyor mesela, veya Turing'in Joan Clarke ile olan ilişkisini bahsettiğim ikinci dayanak için bir arkaplan, bir ekstraymışcasına sunarken o yönde keşfedebileceği gündelik etkileşimlerden mahrum kalıyor. Dolayısıyla anlatının bir boyut problemi yaşadığını söylemek mümkün, insan ilişkilerinde Turing'in umursamaz tavrına yakınsamakla beraber varlık sebebi anlatmak olan bir yaratının ana karakterinin umursamazlığına öykünmesi problemi doğal olarak getiriyor ve kendisine de hasar veriyor görüldüğü üzere: yani ılımlı yaklaşımı yerinde olmakla beraber ısıyı ve dağılımını ayarlamakta güçlük çekmesi filmin en büyük problemine dönüşüyor.

Bir filmde kullanılacak takım çantasını andırıyor The Imitation Game: Turing'in o an için ihtiyaç duyulan bir alet olduğu ve diğer tüm karakterlerinse takım çantasını dolu, inandırıcı gösterebilmek adına nasıl olsa kullanılmayacak düşüncesiyle birer maket olarak konulan alet edevatlar olduğu. Yani Turing'in işlenişi açısından işinizi görse de başka bir ihtiyaç için dönemeyeceğinizi aklınıza sokuyor aldığı yaratıcı kararlarla. İstediğini yapabilmiş gözüküyor olması sebebiyle belki anlatının diğer yönünü beklemek haksızlık gibi gözükecektir, çünkü fazla öne çıkmadan anlatıya uygun düşen kamera önü performansları ve bunları taçlandıracak olan güçlü prodüksiyon tasarımı ile beraber kendi başına ayakta durmayı başarabilen bir anlatıya dönüşüyor The Imitation Game. Ancak duvara birçok kapı boyayıp birisi hariç diğerlerinin dekor olduğunu söylemesi, ister istemez insanın eline balyoz alıp o kapıları da kırasını getiriyor.     


keira knightley'ye olan hayranlığımı tarif etmekte güçlük yaşadığım doğrudur. bir insanı izlemenin bu kadar keyif vermesi tartışmaya açılası bir durum bence.   
sevgi saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,   

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses