27 Ocak 2015 Salı

Fury


Kaplamalı aksiyon filmlerinde aksiyona anlam katabilmeyi önemseyen senaristlerden birisi David Ayer. Karmaşa içerisinde bir video oyun karakterinden hallice hareket eden gölgelerden ziyade boyut kazandırılmış karakterleri daha geniş bir perspektiften görmeye çalışması, gerçek anlamıyla bunu başaramıyor olmasını benim için bir raddeye kadar göz ardı ettirebiliyor, çünkü gelgeç filmlerin de parmak uçlarını biraz suya batırma isteği küçüklükten beri sinema fantezilerimden birisi. Fakat başaramamak ile rezil etmek arasında büyük bir fark olduğunun altını çizmeliyim, iki eylemin de oldukça sempatik görünebildiği durumlar bolca olsa da mevzu bahis durum dahilinde başarısız olması hiç etmesinden daha tercih edilesi. Fury de Ayer'in bu furyasında yer alan filmlerden birisi, hoş sorulsa o furyası dışında kalan filmi hangisi diye, sadece susar aval aval bakarım etrafa ama Antoine Fuqua ile benzeyen ve hatta zaman zaman beraber girdikleri çabayı da yabana atmamalı. Garip biçimde bu ikilinin filmlerini çok beğenmek isteyip beğenemiyor olduğum için kendime bahaneler süslemeye çalışıyor olduğumu bence herkes görmezden gelebilir.

İşin şakası bir yana, aksiyonu, üzerindeki harala gürele patlama çağrışımlarından koparmadan günün içerisine koymaya çalışmak pek kolay bir şey değil. Fakat Ayer'in anladığı biçim, aksiyon sekanslarını mümkün olduğunca gerçeklikteki süreye yakın tutup -veya en azından süresel anlamda o hissi verip- işin içindeki karakterleri de günlerinin başlangıçlarından itibaren seyretmek üzerine kurulu. Bunun işlediği durumlar elbette oluyor Fury'nin de belli sekanslarında görüldüğü üzere, ve hatta biraz zorlayarak; karakterlerin rutinleri içerisinde aksiyonu çekici -veya itici- yapmayı amaçlamadan, yani söz konusu karakter ve olaylar özelinde bir tavır almadan ama günün sündürücü, isteksiz yapısının eyleme ittirici gücünü verebildiğini gösteren bir sıradanlık tasviri var kendisinin belli sahnelerde. Bu, yaptığı son derece olağan işi karmaşıklaştırmaya çalışmak değil tabii, zira Fury'de yer alan iki Alman kadının dahil olduğu yemek ve piyano içeren sekansına bir anlam yüklenebilecek olsa da bunun ifadesinin neden bu kadar uzun sürdüğünü açıklamak gerçekten pek mümkün gelmiyor bana. Hatta o piyano bölümü Fury'nin neden boşa vakit geçirten bir film olarak görülebileceğinin kanıtı olabilecek kadar anlamsız, adeta yapımın olmadığı ve olamayacağı bir *mertebe* için yırtınışının göstergesi; oysa filmler ve hikayeler için öznelliği aşan mertebe mi olurmuş?


Ayer'in istekli olduğu ve Fury'de de başarabildiği şey, savaşın "etli kanlı" insanlarla yapıldığını gösterebilmek. Zira filmler savaş yanlısı olabilseler de savaş karşıtı olabilirler mi, bence tartışmaya açık bir konu. Dolayısıyla filmin savaşı çıplak haliyle ve cepheden yansıtma isteğinin, bir grup askerin yaşadıkları çarpışmaları adeta gerçek güne/süreye yakın biçimde hissettirişiyle başarıya ulaştığı söylenebilir, tabii burada tutturduğu "cephede geçen hafta" soslu reality show kıvamını bunu söylerken göz ardı etmekte fayda var. Bir de tabii bunun gerekliliği ve süresince yarattığı olağan korku ve gerilim hali ötesinde söylemek istediği şeyin özünde bir anlamı olup olmadığı sorusu var, film için kritik olan da bu. Çünkü üniformalara yüklenen saçma etiketleri karakter posterlerinde de görüleceği üzere olduğu gibi alırken güçlü prodüksiyon tasarımı sayesinde et, kan ve kemik üçlüsüyle bir şov yapmak en fazla ne söyleyebilir? Filmlerin savaş karşıtı olması pek mümkün değil, Fury de buna göre ama bunun aksi olmayan bir pozisyon alarak çıplak haliyle İkinci Dünya Savaşı bitiminde bir cephede yaşananları göstermek istiyor ama buna anlam katamıyor. Belki onların yaptığı biçimin dışında kalan bir alanda hareket etmek istiyor ama hali hazırda Malick ve Coppola'nın ifadelerini bilirken Ayer'in yapımındaki anlamsızlık daha bir gün yüzüne çıkıyor. -fark ettiyseniz burada Kubrick'i yedim, istemedim, çünkü onunki de anlamsızdı ama sesli söylemeye cesaret edemiyorum- 

Fury, zaman zaman sıkıcılaşabilse de nihayetinde sürükleyici bir film. Türün sınırları içerisinde kalma isteği düşünülünce zaten pek şaşırtıcı değil bu durum. Savaşa cepheden ve güne yakın bir bakış arzusunu yerine getirmek için zorlasa da, Ayer'in ve dışına çıkmak istemediği türün asıl ustalığı/gerekliliği olan aksiyon sekanslarındaki takip hataları ve kamera kullanımı düşünülünce zaten yabancı olunan arzu Fury ile nasıl gerçekliğe ulaşabilir ki? Karakterleri birer gölge olmasa da piyano sekansına kadar ipin ucunda durup denge kurmaya çalışırken o noktadan itibaren tepe taklak yuvarlanıp formuna kavuşan bir film Fury; ama istediği film olamadığı halde hala çırpınması ve sanki öyleymiş gibi davranması, başarıyla kotardığı şeylerin de üzerini örtüyor. Final sekansının en az dairede iki kadınla karşılaşılmasıyla başlayan sekans kadar anlamsız ve sıkıcı olduğunu, filmin iklimini de benim için bu iki sekansın fazlasıyla olumsuz biçimde belirlediğini son sözler olarak eklemeliyim.  

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses