25 Ocak 2015 Pazar

Love Is Strange


Sıkı bir olay örgüsüne gerek duymayan filmlerden birisi olan Love Is Strange, yıllarca beraber yaşadıktan sonra nihayet evlenen George ve Ben'in, bunu takiben kendilerini içinde buldukları günlere odaklanıyor. Konu edindiği zaman dilimindeki somut problemleri başlatan hep büyütülmüş törenselliği hafifçe atladıktan sonra karakterlerini ağır ağır sunuyor film, ve ilişkilerin ilk anda görünmeyen yanını izleyiciye bırakarak derdinin birbirine bağlandıkça büyüyen anların sonuçta ulaştığı birleşim değil bizzat o anların kendisi olduğunu söylüyor. Şehri, dekor olarak parlatıldıkça ağız sulandıracak bir arzu nesnesi yerine evin duvarında, varlık sebebi asandan bakana değişen bir tablo olarak alıyor, bu sayede karakterlerin kendi gündelik çıkmazları içerisinde o değişen anlamları da kendince vurgulamış oluyor.

Oturaklı temposuyla terapatik bir etki yaratıyor Love Is Strange, karakterlerin yakınsanabilecek sorunları ve şikayetleri seyircinin kendi kafasındakilerle eşleştikçe rahat olmamanın en sağlıklı var olma biçimine dönüşmüş olduğunu düşündürüyor. Adeta içinde bulunmadığımız ama görüş ve nefes menzilinde hissedilen bir lahzaya tüm beklentilerimizi kanalize ediyor ve hala tüm işaretlere rağmen hayal kırıklığı beklemiyoruz, yani insanlar olarak sandığımız kadar akıllı ve özel olmayışımız sadece dünyanın kendi etrafımızda dönmüyor olmasıyla ilişkili değil, dünyanın tikel varlıklarımızdan bağımsız olarak burada veya orada ayrımına mahal bırakmadan dönüyor oluşu asıl problemimiz gibi durmakta. Zira dünya başka bir yerde dönüyormuş gibi geliyorsa o başka yere yüklenilen anlamların mevcut durumda kişinin fiziksel varlığından bağımsızlığı çekici geliyor çoğu zaman, çünkü en başta bulunulan anı, onların birleşimlerini hedefleyerek kaçırıyoruz. Love Is Strange doğrudan bu cümleleri kurmuyor belki bunları söylerken, fakat bahsettiğim terapatik etkisi buradan ileri geliyor çünkü izleyende gayet doğal, zorlamasız yansımaları oluyor kendisinin.

Love Is Strange bakmayı bilen bir anlatı; meselelerin nasıl'ının, ne oluşunu başlı başına belirlemediği bilinciyle gözlemliyor yalnızca kendine dert edindiği karakterleri ve onların gündelik çıkmazlarının ufak kesitlerini; şehir kaçınılmaz oluyor.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses