20 Ocak 2014 Pazartesi

Rush

Arabalar ve motor sporlarına zerre ilgisi olmayan birisi olarak Senna'nın belgeselini bir anda merak edip izlemem ve sonucunda araba yarışlarına ilgisizliğim sabit kalsa da Formula 1 hikayelerinin ilgimi çekmeye başlamasıyla dahi Rush vizyondayken kendisini sinemada izlemeye ikna olamamıştım. Filmin beklemediğim kadar iyi kritikleri, hiçbir zaman için sevmiş olmasam da hep seyir keyfini korumaya takıntılı yapısıyla ilgisiz olduğum bir konuda dahi beni sıkmayacağını düşündüğüm yönetmen Ron Howard ya da senarist Peter Morgan faktörü dahi bir şekilde beni ikna edememişti ama filmin oluşturduğu genel etkiye bakarak ufak da olsa Oscar adaylıkları almasını bekliyordum, bu sayede tören bahanesiyle filmi izlerim diye düşünüyordum fakat film Akademi tarafından görmezden gelinince daha çok ilgimi çekti, ben de o bahaneyle izledim. Bir filmi izleme süreci önemli yani, seyircinin beklentisini anlamanın en kolay yolu.

Rush, iki yarı üzerinden değerlendirilmesi gereken bir film. Son derece jenerik ve Lauda ile Hunt'ın hali hazırda dikkat çekici rekabetine yaslanmak dışında bir şey başaramayan ilk yarıdan sonra hikayenin iyi kötü işlenmeye başladığı bir ikinci yarısı var filmin. Howard'ın genel izleyiciden çok Amerikan izleyicisi ve ilgilerini düşünerek odağına Formula 1 meraklılarını almaması kendi adıma olumlu karşıladığım bir şey olsa da senaryoyu başarısız bir belgeselci gibi anlatmaya kalkması hikayenin potansiyeli düşünüldüğünde büyük bir şanssızlık. Çünkü filmi izlerken belli bir noktadan sonra, keşke wikipedik şeylerle birkaç dakikalık okumayı esas almak yerine esaslı bir belgesele kalkışsalarmış diye düşünürken kendimi buldum. Fakat bu yine de Rush'ın seyir zevki düşük bir film olduğu anlamına gelmiyor, yalnızca ortada gerçek bir hikaye olmasa bir anda unutulacak bir filme çeviriyor Rush'ı. Bu anlamda film, gitmek istemediğiniz bir yere giderken binilen boş otobüse benziyor; evet, fazla beklentisi olmadan seyir zevki için gelmiş seyirci adına o an için tatminkar olabiliyor fakat izleyiciyi götürebildiği bir yer yok, yalnızca jenerik bir hikaye anlatıyor. Ama bu bir kenara bırakılabilse de, zaten hikayenin özünde olan şeyi finalde didaktik bir tonda söylemeye kalkışmanın en başta o öze zarar vermesiyle affedilemeyecek bir film Rush, yani bunda ısrarcıysalar dahi en azından daha düzgün bir bağlama daha iyi bir içerikle oturtulsa filmin cümleleri ortada buz tutmazdı belki. O yüzden kızdığım, ama potansiyelini aşmak bir kenara ona ulaşmayı dahi beceremediği için kızdığım, şık görünmek için çok uğraşan bir seyirlik Rush, oysa şıklık önceliklerinden olsa da birincil önceliği olmamalıydı böyle bir filmin. 

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;, 

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses