6 Şubat 2014 Perşembe

All the Light in the Sky


Yaşadığımız zamanın kaydını devletler dışı bir mantıkla tutabilir miyiz? Yani önemliymiş gibi gözüken sürüyle işin kronolojik bir yazılı halinden veya yaşamımızın dibinden ayrılmayan muktedirlerin marifetlerinden bahsetmiyorum, insanların cevaplamış gibi gözüktüğü ama buna rağmen ortada umursamazlık dışında dolaşan cevap olmayan temel sorulardan; belki. Zira boş zaman diye bir şey yok yaşamda, meşgul olunan anlar ve olunmayan anlar var. Neyle meşgul olacağı yerleştirilmiş önyargılarıyla beraber kendisine bağlı olsa da insanın, zamanın dolu veya boş geçmesi gibi bir kabulde olmak ortada da bir cevap olduğu anlamına gelir çünkü. Malibu'daki ufak ama göz alıcı evinde yaşı ilerledikçe kariyerinde de yaşamında da zorluk çeken bir aktrisin kendisi gibi aktris olan yeğeninin ziyarete gelmesi üzerinden ilerliyor All the Light in the Sky, ve bu titiz doğallıktaki film bir şekilde konvansiyonel olarak adlandırılamayacak ama buna rağmen çoğunlukta ve ziyadesiyle sıradan olan ufak yaşamları biraz bol biçimde belgeliyor. Zaten sorular bu sebeple, ve sanırım cevaplar olmasa bile onlara en yakınlarıyla beraber soruları da benim için çoğunlukla filmlerde. Çünkü beraber veya ayrı değil birarada çarpışarak yaşıyoruz bir süredir. Dolayısıyla hikayeler bizi yere daha yakın ya da gerektiğinde fazla havada tutabildiği için her zamankinden daha değerli ve fazla yüklü olarak yer ediyor yaşamlarımızda. Ama bu hikayeler artık fragmanlar biçiminde var oluyorlar, bu hızdan dolayı mı yoksa ben istemeden fazla mı iddialı şeylerden bahsediyorum şu anda bilmiyorum ama başı ve sonu yokmuş gibi gözüken bir zamanda yaşarken net olan hikayeler nasıl gerçekçi gelebilir ki? All the Light in the Sky, doğal yaklaşımıyla bunu yansıtabiliyor işte ve etkileyici yönü tamamiyle burada yatıyor. Yoksa gerçekten anlamsız duran bir film; ki sinemasal açıdan olumsuz olsa da elle tutulan yaşama yakınlık açısından paha biçilemez bir nitelik olduğu gerçek.

Jane Adams denilince aklıma çoğunlukla Happiness geliyor olsa da sanki hep tanıdık olan ama nereden olduğu bir türlü çıkarılamayan bir sima gibi kendisi benim için, sanırım hep ufak rollerde izlediğim için kendisini. Yönetmen Joe Swanberg ile beraber yazdıkları All the Light in the Sky'da ise kendisi dramatik ağırlığın en önemli dayanağı oluyor. Karakteri Marie'nin, yalnızca o ilk iki kez sörfe gidişinden sonra üçünsünde bu sefer farklı evreler ekrana yansırken o yorgunluğu yansıtmasıyla bile doğallığı sebebiyle film ayrı bir noktaya konulabilecekse, bunun en önemli sebeplerinden biri işte Adams. Veya bir noktadan sonra uykunun hesapta olmadığı bir günün bitmek bilmemesini anımsatırcasına uzayan filmin, sürekli Adams'ı izliyor olmamız sayesinde bunaltmayışından da ayrıca bahsetmek gerekiyor sanırım. Fakat bu biçimde söylenebilecek olumlu şeylere ve izlerken insanın aklına getirebileceği çoğunlukla önemsenmeyen sorulara rağmen yavan bir film All the Light in the Sky. Doğallığı kendisini değerli bir filme çeviriyor olmasına rağmen aynı zamanda da çok sıradanlaştırıyor, yani kaydını tutamadığımız yaşamın kendisine bu kadar meraklı olsam sürekli film izliyor olmazdım muhtemelen. Bir insanın gününü nasıl geçiriyor olduğu kendisine dair en merak ettiğim sorulardan biri olsa da cevabını bulmak istediğimden de şüpheliyim zaten.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses