14 Mayıs 2014 Çarşamba

Prisoners

Suç odaklı veya suç çevresinde dönen hikayeler İngilizce'de doğrudan suç üzerinden tanımlanıyor olsa da Türkçe'de "polisiye" diye adlandırılıyor çoğunlukla. Arkasında yatan sebep "suç varsa cıs olmalı" tarzı anlayışla beliren, basit suçu anlamaktan ziyade "egemen"e yakın bir perspektifte durmayı tercih eden pozisyon olabilir pekala. İşte çocukken benim kitap okumaya başlamamı sağlayıp dünya tarihinde tartışmasız en ilham verici kurgu karakterlerden birisi olan Sherlock Holmes ve etkilediklerinin haricinde o "polisiye" raflarında karşılaşılan kitapların büyük bölümü benzer bir karakter çalışması ve ilgi çekiciliği ikinci aşamada kalan bir hikaye üzerinden bir "macera" yaratmayı amaçlar. Benzer bir şeyi mesela Dexter'da görebiliriz, o kadar basit numaralarla o kadar basit bir hikayeyi gerilime kitleyen bir kitaptır ki Dexter, TV dizisi uyarlamasının nasıl bu kadar başarılı olduğu gayet/daha-iyi anlaşılabilir. Bu biçimde sınıflandırabileceğim suç hikayeleri benim için bir yandan doğaları gereği ilgi çekiciyken, diğer yandan da keyif alınan ufak sürelerin genele yayılamıyor olması veya mevcut anlatı süreci içerisinde belli şeylerin önemlerini yitirerek belirsizleşiyor olması sebebiyle de fazlasıyla "köşeye bırakılmalık"tır. Prisoners da, plotundan da anlaşılacağı üzere, beni ikilemde bırakan filmlerden birisi, ilk başta bunu söyleyerek potansiyel çelişkilerimi kurtarabilirim belki.

Kaybolan-kaçırılan-öldürülen-bir-şekilde-aranan veya kısaca ortadan kaybolmasıyla hikayeyi başlatan küçük çocuklar temelli herhangi bir şeyi genelde itici bulsam da, "en iyisi için dua et, en kötüsü içi hazırlan" mottolu iki karakterle değer kazanan bir hikaye-film Prisoners. Ben böyle küçük-çocuklar-ve-korunmaları temasını ne kadar boğucu bulduğumu söylerken geçtiğimiz yaz The Last of Us'ın da endişe ettiğim hikayesi beni haksız çıkarmıştı, ama bunlara rağmen bu sivri söylemimin arkasındayım, çünkü anlatacaklarını ortaya koymak için belki iyi bir zemin olsa da durumun doğal-kendiliğinden bir acıtasyonu ve iticiliği var bence. Fakat bir diğer örneği olarak verdiğim The Last of Us'ta da olduğu gibi Prisoners da bunu karakterlerine yoğunlaşmasıyla aşmayı başarabilmiş bir yapım. Filmin yer yer western filmlerini hatırlatan yapısını şerif rolüne koyabileceğimiz bir dedektif ve gittikçe otoriteye güveni kalmayan bir babanın kayıp kızları arıyor olmasının ötesindeki sorgularda da görebiliriz. İnancın ve insanların geçebileceği sınırların sorguları ilk anda bahsedebileceklerimken buradan hareketle görebileceğimiz, bir noktadan sonra amaç mı yoksa huzursuz etse dahi bir amacın olması motivesi mi belirsizleşen, o tanıdık insan yönlemesinin baba Keller üzerinden anlatımı gayet başarılı. Buna ek olarak her karakterin her eylemi için bir sebebi var Prisoners'da ve bunlar sakince, izleyiciyi boğmadan ortaya dökülüyor. İşte bu yüzden Keller'ın eylemlerinde gösterdiği gücün kaynağı daha fazla önem kazanıyor ve Villeneuve'nün takdir edilesi yaklaşımıyla izleyicinin yanına kalan sorulardan birisi oluyor film sonrasında.

Incendies ile ortalığı kavurmasına rağmen bir türlü izleyemediğim ve hep izleme listelerimin bir köşesine adını yazıp durduğum Denis Villeneuve'yü ilk defa izlerken, kendisinin bu detaycı filmi de kendisiyle arayı çabucak kapatma hevesi oluşturdu bende. Çünkü böylesine bir hikaye rahatlıkla jenerik bir anlatıya dönüştürülebilecekken Villeneuve, seyirciye, bir suç-gerilim filmine çok yakışan bir final veriyor. Hali hazırda 2010'ların en oturaklı suç-gerilim dramalarından biri olarak niteleyebileceğimiz Prisoners bir yandan da '90'ların sonları milenyumun başında David Fincher'ı nasıl sevmiş olduğumu hatırlatıyor bana; ama yanlış anlaşılma olmasın Villeneuve'yü Fincher'la karşılaştırmıyorum, yalnızca Prisoners türünün de etkisiyle bana Fincher'ın Se7en'ınını hatırlatıyor.

Filme paralel giden hava koşullarıyla desteklenip etkileyiciliğini arttıran hikayeyi karakterleriyle taşıyan Prisoners, neyi neden yanlış yaptığını bilip yine de kendine yedirememenin, kabullenememenin tek davalık oturaklı filmi.

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses