Gerçeklik, kaç kişinin ona inandığı ve kimlerin içinde olduğuyla ilişkili olarak değişen bir olay ve durum birimi desem, sanırım birçok post-modernistin ismini devamında anma ihtiyacı duyarım. Ama işin teorik boyutuna dalmadan bir kafa kurcalama üzerinden gidersek Spotlight'ın meselesi tam da bu gerçeklik tanımının çevresinde konumlanıyor. Çünkü aslında hikaye yalnızca rahiplerin çocukları istismarı değil, veya Kilisenin dahiliyetinin söz konusu olmasıyla beraber bu olayların kurumsal bir kimlik edindiği ve "münferit" olmadığı gerçeği de değil, ya da dokunulmazlık bandıyla çekilmiş kitaplar ve onların yayıcıları veya peşlerindeki insanlar da değil; bunların hepsinin daha derininde var olan ve mekan ya da zaman tanımayan belli davranış kalıpları ve kabuller hikayeyle beraber açığa çıkan. Yani yalnızca bir kitap veya bir kurumla alakası yok filme konu olan hikayenin. Zaten bu sebeple "gazetecilik filmi" olarak nitelemek gerekiyor ve tam da bu noktada konusunu ilgi çekici, kendisini dışarıdan-içeriden herkesi ilgilendirecek bir varlık olarak kılabiliyor. Elbette bunun işlenim ve aktarım sürecinin önemi de burada ortaya çıkıyor.
Spotlight, the Boston Globe'ta Spotlight ismi altında dosya haberciliği yapan gazeteci ekibinin Boston sınırları içerisinde kilisede meydana gelen çocuk istismarı üzerine bir konuyu ele almasını konu ediniyor. Söz konusu olayın o "kutsallığın" kisvesi altında nasıl kasıtlı veya kasıtsız olarak görmezden gelindiğini gözler önüne sererken bir durumu değerlendirmede "ait olma" ve "karşı tarafa geçebilme" ayrımlarını yapıyor kabaca. Fakat buradan ortaya çıkan temel cümlesi şüphe yanında cephe almak üzerine, bunun ötesinde ortaya sürdüğü ve savunduğu bir şey yok zira film söz konusu gazetecilerin birebir dahil olduğu ve tıpkı bir diğer gazetecilik başyapıtı All the President's Men gibi gerçeğin saptırılmadan resmedildiği bir senaryo ve yapım sürecine sahip. Bu da günlük yaşamlarımızın aslında bize sunduğu inceleme imkanını ufak bir süreç içerisinde bir eser üzerinden paketleyerek veriyor ve bir yandan da günün kendisinin gizli duran imkanını gösteriyor. Yani nihayetinde filmin kendisi bir referans noktasına dönüşüp bu fikir yoklama, daha geniş bir çerçeveyi anlamaya çalışma çabalarının somutlaşmış hali oluyor bu haliyle. Yoksa "gerçek olaylardan uyarlama" ibaresinin kendi başına komikleştiği bir zamanda birebir yaşanmış olana sadık kalınması bunun ötesinde anlamı olan bir durum arz etmiyor. Hele bir de hali hazırda gerçekliğin kurgusallığı üzerine bir argümanla filmi ilişkilendirmişken aksini iddia etmek tutarsızlığın ötesinde safsata olur.
Gazetecilik üzerine olan filmler, tıpkı seçim süreçlerine ve/veya belli dönemsel politik kampanyalara dair filmler gibi başarılı biçimde ve bir şey söyleme telaşı olmadan kotarıldığında güçlü alt metinler de sunuyorlar. Karakterlerin herhangi bir çabası veya repliği üzerinden ya da hikayede olan bitenin bütününden insan yaşamı ve onun ereksellik arayışına, asıl büyük gerçekliğin bu sürecin kendisi olduğuna dair yapılabilecek çıkarımlar bu filmleri gün içerisinde bu sürecin kendisine dönüştürüyorlar. Spotlight da tüm Oscar söyleşmelerine rağmen bu şekilde kategorize edilebilecek bir film. "Rağmen"; çünkü ödül sezonu için belli olan amacı sanki filmin senaryosunu kırpmış, karakterlere biraz daha yönlenebilecek ve biraz daha içselleşebilecek bir senaryoyu söz gelimi "ehlileştirmiş" gibi. Burada oyuncu kadrosunun günü kurtardığı söylenebilir, ve gerçek hikayeye de bu yansıtıldığında film kendi dışında ayrı bir estetik kazanabilir: yönetmenliğin standartlığı altında oyuncuların parladığı bir araştırma hikayesi. Burada ödül sezonu ve Oscar avcılığı sebebiyle ortaya çıkan ve filme yakışmayan bir başka şeyse postere kadar yansıyan büyük, iddialı laflar. Oysa Spotlight yılın parıldayan filmlerinden birisi olsa da o bağıran sözlerin tam tersi: akşamsüstü hava kararmak üzereyken günün bir anlamda bitişinin yorucu gerçekliği gibi bir film.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder