Her Spielberg filmini izlemeye başlamadan önce ister istemez içimin sıkılmaya başladığı doğrudur. Çünkü farkındayım ki takip eden dakikalarda izleyeceklerimi belirlemiş olan aşırı yüzeysel yaklaşıma sinirleneceğim ve bu prodüksiyon imkanlarının günümüzün yetenekli birçok Amerikan yönetmenine tanınması halinde ortaya neler çıkabileceği üzerine kendi kendime söyleneceğim. Hayran olduğum 70'ler ve Yeni Hollywood dalgası içerisinde tahammül edemediğim, bir-iki filmi hariç tüm filmografisinin güçlü prodüksiyon tasarımı ve saat mekanizması gibi işleyen ama saf teknik yetinin ötesine geçmeyen yönetmenlik beceresi harici bir şey sunmadığı belki de tek adamdır benim için Spielberg. Kendisi çevresindeki kutsamayı bu bahsettiğim teknik beceri sebebiyle bir noktaya kadar anlayabilsem de hikaye anlatıcılığı konusunda her zaman sınıfta kaldığını düşündüğüm bu yüksek profilli yönetmenin sinema severlere sunduğu belli *yenilikler* ötesinde daha derinde bir şey gerçekten var mı, bilemiyorum. Bu durumda filmlerinde itici olan şey senaryonun katharsis evreleri etrafında çekiştire çekiştire, birkaç iyi fikrin suyu bu çekiştirmede çıkarılarak kuruluyor olması. Bunu yapışındaki sekmeyen tutumu ise ucuz melodrama numaralarına sıkça başvurması ve filmin duygu merkezlerini bu şekilde kurarak hikayenin izlenebilirlik ölçeğini seyirci için bir noktadan sonra katlanabilirlik ölçeğine çevirmesi. Fakat Spielberg'e karşı tüm bu olumsuz ön yargıma rağmen Coen kardeşlerin ortak senaristi olduğu ve ilgimi fazlasıyla cezbeden bir dönemi konu edinen Bridge of Spies bundan önce hiçbir Spielberg filminin olmadığı kadar umut vaadediyordu bana; bir biçimde Spielberg'in inkar edilemez yönetmenlik yetenekleriyle hayran olduğum Coen'lerin senaristliği sürükleyici ve keyifli bir Soğuk Savaş hikayesinde buluşacak diye düşünüyordum.
Senaryoda yer yer kapının eşiğinden bakıp sırıtırcasına "buradayım" diye bağıran ve bunu yaptıkça gülümseten Coen'lerin kalemi senaryonun geneline hakim olmadığı havasını veriyor. Adeta harika kardeşlere hali hazırda bitmiş ama umut vaadetmeyen bir senaryo verilmiş ve onlardan üzerinden geçip düzeltmeleri istenmiş gibi bir havası var çünkü tipik Coen atmosferinin nadiren kendisini gösterdiği Bridge of Spies'da. Ve ilk anda sanılacağın aksine yalnızca politik problemlerden bahsetmiyorum, çünkü filmin açısını kabul etsem dahi bir genel anlatı çerçevesi kuramadığı gibi sıradan bir avukatın Soğuk Savaş sırasında bir rehine değişiminde üstlendiği rolü tipik kahraman yaratma kalıplarına sığdırarak anlatmaya çalışıyor. Bu açıdan Sovyet casusunun yakalanması ve onun yargı süreciyle beraber, yakalanan Amerikan casusuyla değişim sürecine bölünen hikayesine iki farklı odacık yaratmış olan film hikaye arkında değil ama onun anlatımındaki temel manevralarda eski moda kalmaktan kendini alamıyor. Bu da doğrusu 2015 yapımı filmi, aile toplantısında bir anda nostalji yapmaya başlayan ve günlük siyasete dair yorumlarına zar zor katlanılan dedenin Soğuk Savaş hikayesine çeviriyor.
çünkü Spielberg filmlerinde hep *iyi* bir adam vardır, kalabalık arasında parıldar ve sonunda günü kurtarır.
Mevcut meselede kasıt olmasa dahi ortaya çıkan iki devlet karşılaştırmasının bir tarafında sıradan insanların biraz daha fark yaratabilme gücü olduğuna odaklanıyor film bir yandan isabetli biçimde, fakat yaptığı hata iki "sıradan" insanın kurduğu ilişki üzerinden anlatısını önemli dönüm noktalarında bağlarken bu iki devlet karşılaştırmasının başlı başına ideolojik karşılaştırma zannetmesi. Yani filmi politik problemler üzerinden almak istememek gibi bir seçeneği izleyicisine bırakmıyor Bridge of Spies. Çünkü gayet isabetli bir gizli karşılaştırmayla başlayıp aslında ortada bir "ideal" olmadığına vurgu yaparken Berlin Duvarı ile iki özel mülkü ayıran duvarı bir tutma arayışındaki bir zihniyete dönüşerek sonlanması hikayenin ele alınışındaki dengesizliğe işaret ettiği gibi filmin politik alt metne değinmeden yorumlanmasını da benim açımdan imkansız kılıyor.
Sonuç olarak Bridge of Spies bir başka sıkıcı Spielberg filmi olarak bu seneye dahil olurken belki de yalnızca Coen'lerin elleri ve zihinlerini gösteren nüktedanlığıyla yönetmenin filmografisinde ayrı bir noktaya oturuyor. Politik problemler ötesinde iki casusluk cephesinden birisini hikayeyle ilişkilendirmede sıkıntı yaşayan film kurgu açısından da problemler yaşıyor ve tipik karakter kutsamasına düşmesiyle kendisi için olumlu cümleler kurdurtmayı başaramıyor. Bu açıdan yağmurlu bir günde su birikintisinin hemen yanındaki kaldırımda yürümek gibi bir film Bridge of Spies; içten içe güvenmek istiyorsun o birikintiye yaklaşmakta olan sürücüye ama bu istek içkin düşüncesizlik ve kabalığı yok edemediğinden yavaşlamadan suya dalan bir araç ve sırılsıklam bir yaya gerçekliği günü hayal kırıklığı, öfke, umutsuzluk ve memnuniyetsizlikle tanımlıyor.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder