8 Ocak 2016 Cuma

Chi-Raq


Chicago'da artan şiddet olaylarını Yunan tragedyası Lysistrata üzerinden bir uyarlamayla ele alan Chi-Raq, her anlamda Spike Lee'nin adına yakışır bir film: Chicago'lu rapçi Chance the Rapper ile Lee arasında olduğu gibi "filmle beraber"den çok "film üzerine" tartışmaların ayyuka çıkmasından, anlatının kendinin farkında eblehliğine kadar baştan aşağı Spike Lee kokan bir film. Ama tıpkı bir Aaron Sorkin senaryosu için söylenebileceği gibi bu hem iyi hem de kötü referansları olan bir durum. Öncelikle, Do The Right Thing ile yapmış olduğu gibi derinliği olan bir konuya yüzeysel değil ama basit yaklaşmayı başarabiliyor Spike Lee, ve bunu yaparken de zamanın ruhunun günümüze getirdiği şeyleri kendi bakışına uygun biçimde ama bir başka açı yakalayarak anlatıya dahil ediyor olması filmi amacına çok daha yaklaştırıyor. Diğer yandan, her zamanki o yumuşak, ebleh pembe dizi havası hala hakim hikayeye ve hatta bu durum kafiyeli diyaloglarla bir adım ileriye taşınmış halde, her ne kadar bunun olumlu bir uyumu olsa da filmin tarzına. 

Chicago'daki şiddete son vermek için kadınların organize olması etrafında gelişen filmin, tüm bu problemlerin cinsellik etrafında çözülebileceği önerisi bir biçimde aptalca duruyor, orası gerçek. Savaşa karşı meşhur sloganın başka bir yorumla okunması olarak görülebilir elbette bu yaklaşım, fakat Do The Right Thing'in tersine, bir teşhis ötesinde ona doğrudan ve keskin bir çözüm önerisi getirmiş olmanın yükünü de sırtlanmış oluyor film. Bir anlamda başka bir dönemin bir başka problemine dair ortaya argüman sürebiliyor, fakat bu argümanın tartışılabilirliği meselenin kendisinden çok daha ilgi çekici oluyorsa sanki orada bir sorun var gibi geliyor bana. Burada önemli olan eserini basit bir propaganda parçası olarak değersiz biçimde ortaya koymuyor olması belki Lee'nin, fakat filmin meselenin ötesinde, ondan daha ön plana çıkma merakının olmadığı da iddia edilemez, tam da kendi cümleleri sebebiyle. Bu sebeple değişim arzusuna bir yol açıp açmayacağından ziyade derdini dolandırmadan, mevzuya dair yaklaşımını açıktan dile getiriyor olmasıyla belki olumlu bir nokta bulunabilinir, fakat biraz zorlama da olur bu. Çünkü cümleleri ve onu söyleme biçimindeki hatalara düşmeden de bunu yapması mümkün olurdu, yani bu problemleri olumlamak için böylesine bir yoldan dolanmak filmi övmek için yer aramak gibi oluyor. 




Ama filme dair asıl sorun şiddeti teşhisin kendisinde ve filmin ismine de sıçrayan analojide yatıyor. Söz konusu şiddet doğal olarak bir şehir/eyalet/ülke sınırları içerisinde ele alınırken geri plana itilen durumlar filmin tavrını, politikasını ve samimiyetini sorgulamak için fazlasıyla yeterli bir durum sunuyor çünkü. Chicago'nun ismini Irak'a göndermeyle Chi-raq yaparak değiştirmek bir gerçekliği gözler önüne serdiği kadar bir diğer gerçekliğe dair yorum yapma sorumluluğunu da beraberinde getiriyor: komünite içerisine dönerek sorunun dışarıdan, *güvenlik* adına var olan kurum ve şahıslardan doğrudan kaynaklanmadığını, onların sorunun sadece bir parçası olduğunu söyleyip ve bu süreçte ekonomik/siyasi etkenleri göz ardı etmezken kurduğu analojide, bu zihniyetin uzantısı değil doğrudan yaratıcısı olan diğer politik alanı göz ardı ediyor. ABD'nin Irak ve Afganistan'da verdiği insan kayıpları ile Chicago'daki çete savaşlarındaki kayıpların karşılaştırılması filmin somut meselesine odaklanmayı meşrulaştırması ve belki bu mevzuya daha fazla ilgi çekmesi adına kullanılıyor, fakat o kayıpların tek taraflı olmadığı gerçeğine yönelik görmezden gelme hali şiddete dair filmin tüm cümlelerini riyakar bir politik düzleme taşıyor. Tüm bu şiddete sebebiyet veren olay ve durumlar bütününe karşı bir sorumluluğu yok belki Lee'nin, ve elbette filmin ya da kendisinin odak noktasını tartışmıyorum, ama söz konusu mevzuyu odağa almayı meşrulaştırmak için kurulan analojide düştüğü göz ardı edilemez bir hatadan bahsediyorum. Bu açıdan, klişe sloganlardan bozma olması doğruluğunu değiştirmeyen cümleleri zora giriyor Chi-raq'ın.   



İsme kadar yansıyan mesele harici tüm problemlerinin farkında gibi Chi-raq. O yüzden kafiyeli diyaloglar mevzuyu ele alışındaki yaklaşımla beraber çınlıyor bir noktaya kadar. -diğer bileşenlerle beraber absürtlüğe tur bindirdikten sonra da probleme dönüşüyor zaten.- Fakat buna rağmen film bir karmaşa bütünü olarak ortaya çıkıyor: meseleden para kazanan sigortacıya kadar eğilme çabasına girerken söyleyecekleri bir bütünün üst üste rastgele eklenmiş parçasına dönüşüyor, çünkü ortada hikayeyi taşıyabilecek sağlam bir yapı, örgü yok; bir sloganın tersine çevrilmiş haliyle ortaya çıkan ve bu anlamda bir çağrıyı merkeze alan parçalı olay ve yorumlar var yalnızca. Bu açıdan da fazlasıyla bugün'den Chi-raq, ve tam da bu sebeple övülesiyken tam da bu sebeple yerilesi çünkü filmin yalnızca eser olarak değil bir şey yapabilme yetisi olarak da kendisine zarar verici olan bir durum. Zira bugün, "bir şey yapma"dan ziyade bir-şeyi-umursuyor-olma-yanılgısında yaşama kültürünün dominant olduğu bir zaman. Chi-raq'e dair diğer bir açıyı da burada yakalayabiliyoruz: yalnızca seviden ortaya çıkan bir bilindik önerinin ötesinde, günlük yaşamın olağan akışını olan biten karşısında durarak yıkma çağrısı var, yani farkındalığın basit bir "ah evet" ya da sosyal medya paylaşımı olmadığı vurgusu var. Ve filmin o *gerçek dışı* havasının ve hoşa giden absürtlüğünün geldiği yer de bu bilinç; bunun doğal gerekliliği. Ancak günlük yaşamın olağan akışını kırmaya dair argüman yeterli derinliğe inemediği için bir komedi programı skecinin fazlaca sündürülmüş haline dönüyor Chi-raq: söyledikleri var, söyleyebilecekleri var; ama kaçırdıkları daha fazla. Amacı açıkça, verili kabul edilen duruma bir çözüm üretmek olan, en azından değişimin hemen gelmesi gerektiğini zihinlere sokmak isteyip alternatif sunma arayışındaki bir film için büyük bir sorun yani.   

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses