6 Şubat 2015 Cuma
The Immigrant
The Immigrant, bir dönem filminin en önemli ve başarması en güç bileşenlerinden atmosfer yaratmayı layıkıyla yerine getirirken basit bir göçmenlik hikayesi anlatıyor. 1920'lerin New York'unu, öncekiler meçhul olsa da şimdiki yaşamımızla belki göremedik ama yapımın zamanı ve mekanı canlandırmada etkileyici bir başarısı var ve gerçeklikle birebir kıyaslamaya gerek kalmıyor bu sebeple, çünkü bu faktör bakımından da yeterince inandırıcı film. Yalnız bir dönem filminin prodüksiyon tasarımındaki üstünlüğü ve bu iskeletin üzerine görece iyi anlatılmış hikayesinin dikilmesi onu ilgi çekici bir film yapmaya yeterli mi?
1920'lerde New York'a gelen Polonyalı bir kadının göçüşündeki amacı gerçekleştirmek ve yaşamda kalmak arzusuyla sürüklenişini anlatıyor The Immigrant. Tabii vodviller ve burlesque sahneleri düşünülerek kullanılmış, olumsuz çağrışımları olan anlamda değil bu sürüklenme; elbette hikayedeki bu sürecin yığınla olumsuz tarafı var dahil olan karakterler için ama söz konusu yaşamda kalmak olduğu sürece günümüz insanının da yaptığını en iyi ifade eden söz *sürüklenmek*, bunu ayrıca belirtmeli. Hikaye içerisinde doğrudan izliyor olmamıza rağmen bu sürüklenme sürecinin başlangıcına dair anlatıcının tavrı da ayrıca etkileyici çünkü final karesinin ustalığı ve vuruculuğu kadar karakterleri oraya getiren *ortak zamanın* nasıl başladığına dair net bir söylemde bulunmuyor film. Bu sayede iki buçuk karaktere dayanan filmin aslında paylaşılan bir hikayeyi değil Ewa'nın hikayesini anlattığını kesinleştiriyor, zira o ne biliyorsa biz de onu biliyoruz tüm film boyu. Her ne kadar belli sahnelerdeki özel efekt kullanımları çok sırıtsa da yeniden yaratılmış olan zaman ve mekan içerisinde ilgi çekici biçimde başlayıp sonradan parıltısını kaybeden hikaye de böylece son kertede toparlanmış oluyor. Zira dönemin göç hissinin, gelinen kıtanın insanlar için anlamının aktarılmasında önemli bir noktaya işaret ediyor hikayedeki bu karakter odağı ve bu açıdan da filmin derdini ön plana çıkartıyor. Yani klasik anlatımdaki üç ayaklı evrenin ikincisini günlük çıkmazlar ve insanların sürekli bekliyor olduğu gerçeğine atıfla geçiştirirken anlatının konusuna uyarcasına ilgi çekebilmeyi gerçekten önemsemiyor orada hikaye.
The Immigrant, yönetmen ve ortak senarist James Gray'in anlatımdaki başarısı sebebiyle ön plana çıkan bir film. Elbette bunu destekleyen oyuncu performansları ve desteklemekten öte anlatının ayakta durmasını sağlayan temeli oluşturan prodüksiyon tasarımındaki başarı bir film için, özellikle de bir dönem filmi için hayati önem taşıyan faktörlerin yerlerine oturduğunu gösteriyor. Ancak The Immigrant'ın bir süre sonra ilgiyi kaybedip finalde derdini açığa çıkartarak var oluşuna anlam kazandırması anlatı çizgisine verilmiş bombeyi kurtaramıyor, çünkü mantıklı ve konusuna uygun bir düşüş yaşasa da hikaye düğüm bölümünde orada kazandığından çok daha fazlasını kaybediyor. Tabii burada hakkını yememek lazım filmin; her şeyden önce çok iyi bir atmosfer içerisinde, senaryodaki düşüşlere rağmen anlatısını fazla sırıtmadan aktarabiliyor, ve bu sayede keyifli bir seyirlik oluyor. Adeta bir türlü sempati duyamadığınız ama bunun kendilerini sevmediğiniz anlamına da gelmediği, bağımlı gibi okuyup birkaç satır haricindeki sığlığına şaştığınız, ve fakat hala iyi yayınlarda yer alabilen o garip yazarlar gibi bir film işte, çevre özü bir noktaya kadar kurtarabiliyor.
nolan filmlerinde olduğu gibi yanlış rollere düşmediği sürece günümüz sinemasının en iyilerinden biri sıfatını hak ettiğini bir kez daha gösteriyor cotillard, phoenix içinse zaten buna şüphe yok.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Etiketler:
Filmlere Yamuk Bakış
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 tepki:
Yorum Gönder