11 Temmuz 2014 Cuma

Un homme qui dort


İfade edebilmenin sınırları dilden dile değişiyor olsa da belli his veya durumları anlatmaya çalışırken yapılan sözcük seçimlerinin birbirine olan benzerliği evrensel bir ifadesizlik-çaresizliğine mi yoksa evrensel bir memnuniyetsizlik hissine mi çıkıyor, karar veremiyorum. Patlama sözcüğünün her haber bildirme amacı taşıyan mecradaki kullanımı gösterişçi ilgi-lenme-leri olmayan bir insana pek uzak kalıyorsa günlük bir diyalogdaki olay bağlantısız kullanımı da o kadar ilgi çekici oluyor mesela; bu durumda daha az önce yaptığım ayrımla aslında ortak olmayan ama belirsizce parçası olunan bir memnuniyetsizlik hissi ve ironik biçimde bir diğerini önemsizleştiren bir ifadesizlik evrenselliği olduğu doğru oluyor. Tabii patlama sözcüğüne, bir anda getirdiği bu çıkarım için ne kadar güvenilir orası da ayrı bir muamma.

Bernard Queysanne'nin yönettiği, benim için hep heyecanla başlanıp hiç bitirilmeyen yazar Georges Perec'in kendi romanından uyarladığı 1974 yapımı Un homme qui dort, 25 yaşında Paris'te yaşayan bir öğrencinin çevresine karşı tepkisizleşmesi ve artan bir umutsuzluk hissiyle git gide dünyadan soyutlanmasını konu ediniyor. Klasik anlatı formunun dışında kalan alan en kaba ifadesiyle riskli, ve Un homme qui dort'nun o alanda görece çok düz kalan doğrudan bir dış sesle görüntü-anlatı senkronunu tercih etmesi daha da riskli; fakat hem duygudaşlığın getirdiği tanıdıklık hem de anlatımının dürüstlüğü sayesinde birbirini göze sokmadan destekleyen ses-görüntü etkileyici bir film formuna bürünüyor. 

Kadın sesinin bir estetik varlığını ifade ediyor olması, sıradan bir sohbette cümlelerin duyuluşunun o cümlelerin değerlendirilişini değiştirmesiyle dahi açıkça görülebilir. Bu yüzden anlatıdaki kadın sesinin -Ludmila Mikaël-, bir şeylerin eksik veya kayıp olduğunu düşünen tek-başına-insanın kendisini tanımlar hale geldiğini düşündüğü umarsızlık ve umursuzluk sebebiyle izolasyonuna sıkı sıkıya sarılmasını, bu tavrındaki tutkusallığı göstermesi açısından tam yerinde olduğunu düşünüyorum. Anlatının karakteri ortaya koymasının ötesinde, anlatı sesinin karakterin iç dünyasını daha fazla açık etmesi gibi bir şehri, çevreyi yansıtan kameranın kullanımındaki çaba yoksunluğu ve o rahat hareketler de karaktere dair çok şey söylüyor; karakterin gözünden değil daha da özden, karakterin doğrudan kendisinden gelen, gözün gördüğünün işlenmiş hali gibi bir anlatım oluyor adeta. Bu sebeplerle klasik ögeleri umursamayan sağlam bir karakter çalışması film



Un homme qui dort, bekliyor olmanın ilk anlamının ötesinde ifade ettiklerine dair geveze bir ayin. Zaman zaman paketlenmiş,parlatılmış gösterişli yalnızlık hikayelerinin yüzeye vuruyor olması bu güçlü ama yıkıcılaşabilen hissin tarifinde ve algılanışında çok fazla deformasyona neden oluyor, o yüzden 40 yıl öncesinden gelen bir dürüst anlatıyı sınırları zorlayarak yüceltmem olası; fakat Un homme qui dort'nun zaman zaman tarif edici, hafif ve etkileyici cümleleriyle doğal bir uyum içerisindeki görsel anlatımın hak etmediği bir şey söylemedim. Beklemeyenler zor da olsa filmi belki en fazla estetik takdirle karşılayabilirler, ama bekleyenler için var olan onlarca yaşam ortamından birine, kısa süreli bir rahatlatmaya dönüşüyor Un homme qui dort; bu sayede dağınık ayindeki gevezeliği de affettirebiliyor, çünkü yaşam vaiz olmadığında var.  

"Zaman geçiyor, hala uykulu ve isteksizsin. Kitabı yatakta kenara bırakıyorsun. Her şey belirsiz, ritmik bir ağrı-verici. Soluk alıp verişin şaşırtıcı derecede düzenli." 
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses