15 Temmuz 2014 Salı

The Double


İnsancıklar yayımlandıktan kısa süre sonra 1846'da Öteki'yi yazan Dostoyevski dönemde ilk romanına oranla çok sert eleştiriler almış, ve Öteki'nin hak ettiği değeri görmesi de yılları bulmuş. Ama gariptir, Dostoyevski de Öteki'ye dair pek olumlu konuşmamış bir zamanlar. Kitabın yayımlanışından bir asırı aşkın zamandan sonra benim için hala The IT Crowd'ın Moss'u olan Richard Ayoade ile Avi Korine'in uyarlaması da Öteki'nin yayımlanışına benzer soğuklukla karşılandı ve hatta genel itibariyle beğenilmedi; bir farkla, bu sefer eleştirmenlerden ziyade seyirci beğenmedi.

Böylesine benzer bir çıkış hikayesi paylaşmaları haricinde tabii film ile kitabı bir tutup karşılaştırmak gibi bir amacım yok. Zaten Ayoade, benim için şaşırtıcı olan biçimde, kitabı dahi okumadığını Avi Korine Öteki üzerinden bir taslak getirince fikir hoşuna gittiği için ilgilendiğini söylüyor; dolayısıyla elimizde orijinalinden farklı dayanakları olan bir hikaye duruyor.


İlgimi cezbeden arızalıkta bir sahneyle açılıyor The Double, ama sadece maraziliğin getirdiği bir süs olmuyor o sekans ve ana karakter Simon'ı tanımada önemli bir başlangıç görevi üsleniyor. Benzer karakter yapısı şimdiye kadar çoğunlukla komedi filmlerinde fazlasıyla ucuz şekilde tanıtıldığı için The Double'da sinematik tarzın etkisiyle daha bir farklılaşan bu giriş filmin tavrını da belli ediyor henüz ilk dakikalardan. O açılışla beraber seyirciyi hayran kalınası, titiz bir sinematografi bekliyor. Ama sinematografiden bahsederken ışık ve kullanımına ayrıca değinmek gerekiyor. Çünkü bu distopik dünyaya kesif bir hava katmasının yanısıra yer yer her tarafından ter akan etkileyici steampunk atmosferlerini hatırlatan sarı-turuncu-kahverengi renkler ve onları açığa çıkartırken kamera açılarını da kendi başına göz alıcı hale getirebilecek olan ışık kullanımı filmin görsel başarısının en önemli dayanaklarından. Seyirciyi içine almayı başaran minimalist dekor ve sanat yönetimi de bu görsel güzelliğin basit bir teknikaliteden öteye gitmesini sağlıyor. Ses efektlerinin etkin kullanımı da oluşturulan görsel atmosferi resmen canlandırıyor. Yani Ayoade, stilistik yaklaşımıyla, hikayeyi hayran kalınası biçimde gösterebilmeyi başarmış.

Hikayeye dair tartışma seyircinin iştahına bağlı olarak değişecek nitelikte olsa da takıldığım noktalardan biri çeşitli yerli yabancı izleyici eleştirilerinde filmin nedense bir Fight Club kıyasına sokulması. Ama bu sayede anladım ki gişe filmlerinin önemli bölümünde bu yüzden hikayeyi çok umursamıyor yapımcılar, nasıl olsa her senaryo yüzeysel olarak karşılık buluyor korkutucu bir çoğunluk tarafında. Bu kıyas problemini bir kenara bırakırsam, senaryonun işleyişi senaryonun kendisine nazaran daha iyi, zaten filmin temposuyla kağıt üzerindeki ciddi açıklıklar da dengeleniyor gibi oluyor, ama tabii nihayetinde senaryo evresinde çekim ve montajdaki kadar çaba harcansaymış keşke dedirtiyor.

Filmin olumsuz eleştirilerinde yerinde kullanılan ifadelerden biri The Double'ın kafkaesk yapısı. Bunu söyledikten sonra benim için filmin etkileyicilik sebebi daha da belli oluyor, çünkü The Double bir bütünden ziyade bir atmosfer filmi. Tıpkı ana karakteri Simon'ın sonuca varıp da öncesine gidemediği, ama sonrasında kendi sonucuna gitmeye çalıştığı gibi bir dengesiz yapısı var filmin. Görsel olarak çok başarılı, onu destekleyen üstün ses kullanımıyla atmosfer de çok iyi kuruluyor; oyunculuklar da herhangi bir sapmanın yaşanmasına neden olmayınca senaryodaki açıkları daha az gösteren, keyifli ve temposunu iyi dengelemesiyle eksiklerine rağmen izleyiciye dalma imkanı veren bir noir-komedi çıkıyor. Fakat her şeyin ötesinde filmi kurtaran bir ruhu var; Melies'i unutmayan.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses