Hazır Soderbergh'in filmografisine tekrar bir dalış yapmışken 1940'ların film-noir'larına saygı duruşu niteliğindeki film yapımı tarzıyla The Good German önüme geldiğinde, filmi izlediğimi fakat net hatırlamadığımı farkettim ve tekrar izlemeye koyuldum. O sırada anladım ki aslında 2006 yapımı filmi önce eleştirmenler sonra seyirciden alduğu yoğun ve ağır olumsuz eleştiri nedeniyle izlememiştim, çünkü o dönemler henüz kendi sinema algım oluşma evresindeydi. İyi ki hatırlamadığımı düşünerek de olsa tekrar izlemişim filmi çünkü The Good German, filmografisindeki en özel ve en çekici filmlerinden biri Soderbergh'in.
İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya'daki Potsdam Konferansı sırasında yaşanan kişiselleşmiş bir olayı arkasındaki geniş politik-tarihi alana yansıtarak film-noir'lara yakışacak biçimde adeta gölgesini perdeye alan Soderbergh, dönemin film yapım tekniklerini kullanarak amaçladığı gibi tam da 1940'larda çekilmiş gibi duran The Good German'ı ortaya çıkarmış. Oyuncularına sette rahat bir ortam tanımasıyla bilinen Soderbergh için bu amacındaki en zorlu şey oyuncu yönetimi gibi duruyordu benim için, fakat Cate Blanchett'ten şüphem olmasa da The Descendants'da bile sadece Alexander Payne'in üstün oyuncu seçimi becerisi sayesinde sırıtmadığını ve gayet düz bir oyuncu olduğunu düşündüğüm George Clooney beni haksız çıkaran ve yıllardır kendisiyle çalışan insanların röportajlarında kendisi için söylediklerinin basit bir kibarlık olmadığını gösteren bir performans ortaya çıkarmış. Elbette bir Humphrey Bogart, James Stewart, Cary Grant veya saymaya devam etmek yerine Henry Fonda diyerek noktasını koyacağım isimler gibi bir etkileyicilik taşıyamasa da ekrana onlarla kıyaslanabilecek bir hava getirdiği kesin Clooney'in, yani adeta başka bir zamandan gibi. Bu noktada bir tek Tobey Maguire'ı kenara ayırıyorum, çünkü kendisiyle ilgili ikilemde kaldığım bir konu var: canlandırdığı itici fırsatçı karakter günümüz insanını anımsatan nitelikte olduğu için mi Maguire çok yakın bir portre çizmiş gibi duruyor, yoksa Soderbergh, bu nitelikleri sebebiyle karaktere böyle mi yaklaşmasını talep etmiş Maguire'den bilemiyorum; fakat her haliyle filmin havasını bozmadığı gibi film için ekstra bir katman oluşturduğu gerçek.
Filmin uyarlandığı Joseph Kanon romanını okumamış olmakla beraber, Paul Attanasio'nun senaryoda çok iyi bir iş çıkardığını düşünüyorum. Henüz ısırmayacak olsa da korkutan dişler tam gösterilmemiş, Soğuk Savaş başlamamışken savaş sonrası dünya düzeninin nasıl olacağının az çok anlaşıldığı, hala savaş sebebi gördükleri olaylar gerçekleşse de tarafların çekindiği bir zamanda böylesine sürükleyici bir hikayenin Soderbergh'in perspektifinden işleyişi konunun tüm katmanlarını incelikle ortaya serici şekilde. Başlangıcını unutarak bir anda herkesin düşmanı haline geldiği batık rejimin enkazı temizlenmek istenirken arkada ve arada kalanlarıyla, Birleşik Devletler'in o zamanlardan belirlenerek süregelen uluslararası politika anlayışı, Sovyetlerin buna reaksiyonu ve tabii arada kaybolan canlarla savaşın bittiği inancıyla fotoğraflara yansıyan mutlulukla el sallayan insanlar. Filmin sonlarına doğru hikayenin tam olarak çözüldüğü sadece o sahne için bile The Good German unutulamayacak bir film, çünkü enkazlar sadece betonlardan veya fikirlerden oluşmaz. Sürekli filmlerine kendi kendine dönerek belli kararlarını sorgulayan, değiştirmek istediği şeylerle uğraşan Soderbergh'in dahi, gişede büyük bozguna uğrayıp kariyerini zora sokan film hakkında konuşurken filmin herhangi bir şeyini değiştirmekten değil nasıl yanlış anlaşıldığından bahsettiği The Goor German da belki bir gün hak ettiği değeri görecektir.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder