1 Mart 2011 Salı

8 (sekiz)


Ne işe yarıyor, herhangi bir şey üzerine düşünüp karalamak hatta bunları paylaşmak? Sorup duruyorum bunları kendime; neden, ne işe yarıyor ki diye kendimi hırpalıyorum belki de. Ama farketmem uzun zaman almıyor; tüm her şeyi işe yaramak ve sonuca ilişkin görmek bugünün siyasi-ekonomik düzenine temel oluşturan o felsefi görüşlerin zihnimizde bıraktığı hasarlardır. Özlemek mesela, neye yarar ki? Ama hala özlemez mi insan mayhoş bir tatla. O kalmaz mı her zaman ulaşılamaz bir yerlerde, arayamayız ya hani her şeye rağmen, ama hala vardır ve kim bilir; belki var olabilmesi için özlemek lazımdır. Hem problemlerimi sonuca ulaştırması adına gerçekleştirdiğim eylemlerimin her şeyle beraber yerinde sayması ve benim eylemleri yineleyip durmam belki de beni var eden şeylerin o problemler olduğunu anlatmaya çalışıyordur. Yani her şey karşıtıyla var sonuçta, ve her düşünce çelişkili, aynı bu cümlede olduğu gibi.

Daha demin de olduğu gibi sürekli bir "onlar" imgesi var tüm zihnimde, karaladıklarımda. Belki bu da benim yalnızlık tasvirimdir. Çünkü yaşam devam eder, gerçeklik karmaşası içerisinden geçen setlerle arabesk "kültürün" kirlettiği diğer bir sözcük olan "yalnızlık" yan yana gelemez yaşam sözcükleriyle. Kirlenen kavramlar, kirlenen insanlar, ve onların icat ettiği çamaşır, bulaşık makineleri, gerektiğinde saklamak için buzdolapları...


Kışın, baharı çağrıştıran bir gün yaşanması gibiydi tüm yaşam. Oysa öğleden sonra bir festivalde güzel bir film izleyebilmek gibi de olmalıydı, ama yanlış anlaşıldı ve; bir alışveriş merkezinde film çıkışı sinema salonunun hemen yanındaki o dünyaca ünlü mağazanın önünde buluşuldu. Fakat büyük beklentiler, yaşamın sorgulanmasının sekteye uğramasıdır. Bir yaz günü diye başlayan bir cümle her zaman güneş, yeşillik, ağaç ve cıvıldayan kuşlar betimlemesinin varyasyonlarını getirmez peşinden çünkü bir yarım küre diğeriyle uyuşmaz, halbuki sadece iki örnekleriyken birbirlerinin. Ve kuşların cıvıldamasının insanlara gülümsetici, bazen rahatlatıcı ama genel itibariyle mutlu gelmesi sadece bir yanılsamadır, çünkü insanlar bağırdıkça kuşlar daha fazla öter. Nitekim ses duyma aralıkları daha geniştir ve insanların duyamadığı her çığlık onlar için bir yankılanmayla sonuçlanır, bilimsel gerçekliğini sorgulamayın, o, bir bilimadamının iki dudağıyla maaşını ödeyenin cömertliği arasında şimdilerde.

Şimdi tam zamanı aslında, tüm yapmak istediklerim ve isteyeceklerim için. Ama ne garip ben uyuyorum ve uyumak durumundayım. Yoksa rüyalar bunun için mi var? Ve biz sadece o istediklerimizden başka, o rüyaların var oluş nedenleri haricinde yapımlar izlediğimiz o rüyaları bunun için mi hatırlıyoruz? Hem tüm dünyada parayla para satın alınırken, tüm tehlikeli aletlerin tehlikesini üzerinde deneyebileceğini düşünerek yaşayabilen bir insan neden korkutur ve şaşırtır ki insanları?


Kavramlarla yoldaş olmaya çalışıyordum bir zamanlar. Ta ki bilinmeyen bir kavramı açıklamak için bilinmeyen daha çok kavram kullanıldığını görene kadar. Yani elbette zaman içerisinde değişimler oluyor. Ama ulaşmaya çalıştığım kasaba da o kasabanın yolu da hala aynı, değişen sadece yol alış biçimi. Çok uğraşsam da hiçbir zaman konuştuğum dilde anlamlandıramadığım söz dizimine sahip cümlelerin bir melodiyle bütünleşişini yıllardır hayranlıkla dinliyor olmam, bilmem her şeyi açıklar mı? Yaşam ve ona dair hemen hemen her şey hissedildiği kadar güzeldir çünkü, sadece anlaşıldığı kadar değildir ve anlamak her şeye yetmez. Bildiğimiz kadarıyla yüz yıllardır var olan sömürü düzeni mesela, bunu anlamamız hala içinde öğütülüyor olmamızı değiştirmeye yetiyor mu?


Bir denge işi yaşam. Denge de garip bir sözcük belki ama kelime söylendiğinde yaygın olarak anlaşılan orta yolculuk değil bahsettiğim. Çünkü o, kişinin kendi yokluğunda kendi yokluğuna sabitlenmesidir. Oysa denge konumlanmaktır. Siz hangi cambazın ip üzerinde sabitlendiğini gördünüz, onun her zaman, yalpalamasının ucu açık sonuçları vardır.

Gerçekliği sorgulamaya kalktığım her anda, gerçeklik kendini daha net ve sert hissettiriyorsa, o halde kandırılıyor muyum, her totaliter rejimdeki baskılar gibi gerçekliğin yapay çöplüğünde? Dolaysıyla artık sadece umuyorum, hem elinde birer kağıt-kalem, kulağında sürekli bir melodi ve görüş mesafesinde bir film afişiyle bir kitap duran bir insan ne yapabilir ki başka? Ya tuttuğu takıma destek olmak dahil her sevincini "yaşasın" sözcüğüyle karşılayan bir dille, yaşamı en uç ayrıntısına kadar sorgulamaya çabalamanın mantığı var mıdır?


Sadece kayıtlarda bulunması açısından, bugün hava esrik bir rüzgarla beraber savuruyor tüm düşünceleri, hisleri, her şeyi; uçurtması ellerinde olanlar da peşlerinden koşuyor.


fotoğraflar, rodney smith. ayhan sicimoğlu deyimiyle; hastasıyız!

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses