"^ Birdenbire kibrit çakmayı kestim, ona doğru uzandım. Aklımdan söyleyecek bazı şeyler geçirdim. "Hey, Sally," dedim.
"Ne?" dedi. Salonun öbür ucundaki bir kıza bakıyordu.
"Hiç canına yettiği oldu mu?" dedim. "Yani, bir şeyler yapmazsan, her şeyin batağa gideceğinden korktuğun oldu mu hiç? Yani, okulu filan seviyor musun?"
"Okul mu? Felaket
sıkıcı."
"Yani, okuldan nefret etmiyor musun? Biliyorum, felaket sıkıcı, ama ben sana,
nefret ediyor musun, diye soruyorum."
"Şey, tam da nefret etmiyorum. Ama hep..."
"Ben nefret ediyorum. Hem de nasıl nefret ediyorum," dedim. "Ama yalnızca okuldan değil. Her şeyden. Bu New York'ta yaşamaktan, her şeyden. Taksilerden, Madison Caddesi otobüslerinden, seni arka kapıdan dışarı atmak için haykıran şoförlerden, Lunt'lara melek diyen sahtekârlarla tanıştırılmaktan, kendimi hemen sokağa atmak istediğim halde durmadan asansörlere binip inmekten, Brooks'ta sana pantolon uydurmaya çalışan heriflerden, insanların hep..."
"Bağırma lütfen," dedi bizim Sally, ki çok gülünçtü, bağırdığım filan yoktu."
"Arabalar, örneğin," dedim. Ama çok sakin bir sesle söyledim bunu. "Örneğin insanların çoğu arabaları için deli oluyorlar. Arabaları hafifçe bile çizilse üzülüyorlar, durmadan mil başına ne yaktıklarını konuşuyorlar. Arabalarını aldıkları gün, başlıyorlar daha yeni bir arabayla nasıl değiştiririz diye düşünmeye. Ben,
eski arabaları bile sevmiyorum. Beni hiç ilgilendirmiyor arabalar. Lanet bir atım olsa, daha iyi. Atlar en azından
insana yakın, Tanrı aşkına. Atlarla en azından..."
"Neden söz ettiğini bile anlamıyorum," dedi bizim Sally. "Konudan konuya..."
"Biliyor musun?" dedim. "Şu anda New York'ta olmamın tek nedeni sensin. Sen olmasaydın, herhalde uzaklarda bir cehennemin dibinde olurdum şimdi. Ormanlarda mı olur artık, başka bir lanet yerde mi işte. Burada olmamın tek nedeni sensin."
"Ah, ne tatlısın," dedi. Ama anlıyordunuz, bu lanet konuyu değiştirmemi istiyordu.
"Erkek okullarına gitseydin görürdün. Bir dene de gör," dedim. "Sahtekâr heriflerden geçilmiyor ortalık. Tek yapacağın, derslerine çalışmak, böylece, bir gün kendine lanet bir Cadillac alacak parayı kazanmasını öğreneceksin, okulun futbol takımı kaybederse çok üzüleceğine herkesi inandıracaksın, sabahtan akşama kadar kızlardan, içkiden ve seksten başka bir şey konuşmayacaksın. O küçük kliklerde herkes birbirini nasıl da tutuyor. Basketbol takımındakiler birbirlerini tutuyor, Katolikler birbirlerini tutuyor, lanet entelektüeller birbirlerini tutuyor.
Ayın Kitabı Kulübüne üye olan herifler bile birbirlerini tutuyor. Şöyle biraz akıllıca bir şey yapmaya kalk..."
"Bak, dinle beni," dedi bizim Sally. "Çocukların çoğu okuldan senin bu
dediklerinden daha fazlasıyla yararlanıyor ama."
"Kabul ediyorum! Yararlananlar var, ama bazıları! Benim yararlanabileceğim ancak bu kadar. Anlıyor musun? Derdim bu benim. Lanet olasıca derdim de işte bu benim," dedim. "Ben hiçbir şeyde, hiçbir yarar göremiyorum. Çok kötü durumdayım. Berbat durumdayım."
"Evet, öylesin."
Sonra aklıma birdenbire o fikir geldi.
"Bak," dedim. "Ne düşünüyorum? Buradan defolup gitmek ister misin? Greenwich Village'da oturan bir herif tanıyorum, arabasını birkaç hafta için ödünç alabiliriz. Bir zamanlar aynı okula gidiyorduk, bana hâlâ on kâğıt borcu var. Ne yaparız, yarın sabah biner arabaya, Massachusetts'e, Vermont'a, işte o taraflara çeker gideriz, anlıyor musun? Oralar felaket güzeldir." Düşündükçe, daha da felaket heyecanlanıyordum, uzandım, bizim Sally'nin lanet elini tuttum. Ne lanet bir
salağın tekiydim. "Dalga geçmiyorum," dedim. "Bankada yüz seksen kâğıdım var. Sabah banka açılınca çekerim, sonra gider o herifin arabasını alırız. Dalga geçmiyorum. Para suyunu çekene kadar o orman evlerinden birinde filan kalırız. Para bitince de, gider bir iş bulurum, dere kıyısında filan bir yerde otururuz, daha sonra da evleniriz. Kışın evimizin odununu filan ben keser getiririm. Yemin ederim, felaket güzel bir hayatımız olur. Ne dersin? Hadi! Ne dersin? Benimle gelir misin? Lütfen!"
"Böyle bir şey
yapamazsın," dedi bizim Sally. Felaket kızmıştı.
"Neden yapamam? Neden yapamazmışım?"
"Yapamazsın işte, o kadar. Her şeyden önce, biz daha
çocuk sayılırız. Sonra, hiç düşündün mü, paran bittiğinde
iş bulamazsan, ne yaparız?
Açlıktan ölürüz. Bunların hepsi şahane şeyler, ama..."
"Şahane filan değil. İş bulurum. Sen bunun için tasalanma. Bunun için tasa çekmen gerekmez. Sorun ne? Benimle gelmek istemiyor musun? İstemiyorsan eğer,
söyle yani."
"Konu o değil. Konu hiç de o değil," dedi bizim Sally. Ondan nefret etmeye başlamıştım, bir bakıma. "Böyle işlere girişmeye daha bir sürü zaman var; bütün bu işlere. Yani, sen üniversiteye gittikten sonra, evlenirsek filan. Gidilecek pek çok yer olacak o zaman. Sen şimdi yalnızca..."
"Hayır, olmayacak. Gidilecek pek çok yer olmayacak. O zaman her şey tümüyle farklı olacak," dedim. Moralim felaket bozulmaya başlamıştı yine.
"Ne?" dedi. "Seni duyamıyorum. Önce bağırıyorsun, sonra da sesin..."
"Hayır dedim, ben üniversiteye gittikten sonra filan gidilecek pek çok şahane yerler olmayacak. Kulağını aç da, dinle. O zaman aşağıya elimizde bavullarla filan, asansörle ineceğiz. Herkese telefon edip hoşça kalın diyeceğiz ve otellerden kart filan atacağız. Ben bir büroda çalışacağım, bir sürü para kazanacağım, işe taksilerle veya Madison Caddesi otobüsleri ile gideceğim, gazete okuyacağım, durmadan briç oynayacağım, sinemalara gidip bir sürü kısa film ve haber şeridi seyredeceğim. O haber şeritleri, of Tanrım! Hep de salak bir at yarışı olur, ya da kadının teki geminin bordasında şişe kırar, ya da pantolonlu bir şempanze lanet bir bisiklete biner. O zaman geldiğinde, hiçbir şey aynı kalmayacak. Ne demek istediğimi hiç anlamıyorsun."
"Evet, belki anlamıyorum! Belki
sen de anlamıyorsun," dedi bizim Sally. Zaman geçtikçe, ikimiz de birbirimizden müthiş nefret ediyorduk. Onunla akıllıca bir konuşma yapmaya çalışmanın hiçbir anlamı olmadığını anlıyordunuz. Bu konuyu açtığım için de felaket pişmandım.
"Hadi, kalk gidelim buradan," dedim. "Doğrusunu istiyorsan, beni hasta ediyorsun."
Vay canına, ben böyle söyleyince kız nasıl küplere bindi! Biliyorum, böyle söylememeliydim, böyle bayağılaşmamalıydım, ama felaket moralimi bozmuştu. Genellikle kızlara böyle kaba şeyler söylemem.
Vay canına, kız nasıl küplere bindi! Ondan dediller gibi özür diledim, ama özürümü kabul etmedi. Üstelik ağlıyordu, ki bundan biraz korktum; evde babasına, ona, "Beni hasta ediyorsun" dediğimi filan söyleyebilirdi. Babası sessiz sedasız türden bir herifti, benden fazla hoşlanmıyordu. Sally'ye bir gün, benim lanet bir şamatacı olduğumu söylemiş.
"Ciddi söylüyorum. Çok üzgünüm," deyip durdum ona.
"Üzgünmüş. Üzgünmüş. Bak bu çok gülünç," dedi. Hâlâ ağlıyor gibiydi ve birdenbire, öyle konuştuğum için çok üzüldüm.
"Hadi, seni eve bırakayım. Ciddi söylüyorum."
"Ben kendim gidebilirim, teşekkür ederim. Beni eve bırakmana izin vereceğimi sanıyorsan, deli olmalısın. Ömrümde hiçbir çocuk bana böyle bir şey söylemedi."
Olup biten her şey, bir bakıma çok gülünçtü, bir düşünürseniz. Birdenbire yapmamam gereken bir şey yaptım. Güldüm. Ben bazen böyle sesli sesli, salak gibi gülerim işte. Yani, ben sinemada kendimin arkasında otursaydım, bir zahmet patırtıyı kesmemi söylerdim herhalde kendime. Kahkahayla gülmem bizim Sally'yi daha da delirtti.
Orada bir süre daha ondan beni affetmesini istedim, ama kabul etmedi. Durmadan, bana gitmemi, onu rahat bırakmamı söyledi. Ben de sonunda çektim gittim. İçerden ayakkabılarımı filan alıp, kendi başıma çıktım oradan. Böyle yapmamalıydım, ama canıma yetmişti artık.
Doğrusunu isterseniz, bu konuları ona neden açtığımı bile bilmiyorum. Yani, şu uzaklara bir yerlere, Massachussetts'e, Vermont'a filan gitme işini. O benimle gelmek isteseydi bile, ben onu yanımda götürmek istemezdim herhalde. Götürmek isteyeceğim biri olamazdı o. İşin korkunç yanı, ona sorduğumda
ciddiydim. İşin en korkun yanı. Yemin ederim, ben deliyim. ^"
Tüm bu boşluk içinde zarif bir bilme hali ve bunların tersi yönde, sıkkınlık ve bıkkınlıkla oluşan sert, keskin düşünceler ve hisler, ve de cümleler... Yetişemediğim zamanların, "halk için, halka rağmen"inin apolitize edilip deforme olmuş hali belki: gerçeklikteki yaşam için, ama ona rağmen. Çevirmen Coşkun Yerli'ye teşekkür ederken, düşünmeden edemiyorum; Avi Pardo çevirisi nasıl olurdu acaba? Her neyse naif hisler ve düşünceler bizimle olsun, zarif utançları da eksik etmeden elbet.
j. d. salinger, çavdar tarlasında çocuklar, yapı kredi yayınları, istanbul, ekim 2010, s. 124-128
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,