15 Temmuz 2015 Çarşamba

The Salvation



The Salvation için bir modern western gibi gözüken bir *post-modern western* demek, filmi tanımlamak adına sanırım en isabetli tercih olur; zira western'i western yapan belli ögeleri, sınırlı açılardan yeniden yorumlarken aslında türün geleneksel sınırlarını aşma niyetinde olmayan ve klasiklere bugünden bir saygı sunan bir yorumu var. Öncelikle göçmenlik hikayesinin entegre oluşunu ve bu tema üzerinden ilerleyişi çok önemli bir nokta. Her ne kadar genel itibariyle gizli bir öge olarak hep bulunmuş olsa da Amerikan kimliğinin oluşmasında yeri fazlasıyla değerli olan türde, o kimliğin kökenlerine günümüzden bir yorumla dönüş söz konusu oluyor. Bu açıdan yeterli işlenmediği aşikar olsa da türün asıl intikam/adalet anlatısına odaklanarak bunu bir yan anlatı olarak sunuyor: ne kadar açıkça belirtse dahi durumu, seyirciye bunu hazmetmesi için bir alan açma derdinde değil, yalnızca alan bırakıyor. Diğer yandan petrol ve arsa paylaşımı üzerinden işleyen politik alt metninin de güçlü olduğunu söylemek zor, ona yalnızca dokunup geçilirken aslında büyük bir anlatı potansiyelinin de kaybedildiğini söylemek mümkün. Çünkü yalnızca geleceğe projeksiyon olabilecek bir politik tartışma açması haricinde Avrupa'dan göçlerin de birleşimiyle aslında toprağa dair daha derin bir politik tartışma alanı sunuyor. Elbette bir filmden bu tartışmalara doğrudan girmesini beklemiyorum fakat bu alanların kapısını gösterip geçmekle, kapısını açıp geçmek arasında fark var ve The Salvation bu potansiyelini kullanamıyor. 


Yapamadıklarının ötesinde, ana hikayenin ögelerini isabetli biçimde kullanıyor film. Mesela Madelaine'in dilsizliğinin sebebini yalnızca belli karakterler Yerlilere bağlıyor, fakat bunun gerçeklikle olan bağını, *beyaz adam*ın vahşiliğini izlediğim film boyu göremiyoruz. Fakat burada gösterdiği bu inceliği kapısını gösterip kaçtığı konularda göremiyoruz, ve bu açıdan harcadığı potansiyeliyle Anders Thomas Jensen'in kaleminden beklenmeyecek yavanlıkta bir hikayeye dönüyor anlatı. Sanki istismar filmine dönüşebilecek çok basit bir hikaye ufak birkaç dokunuş ve sinematografiyle daha ağır başlı bir havada anlatılmış hissi veriyor ve bence bu rahatsız edici. Bu arada kalmışlığın da getirdiği durum filmi, çok sevilen bir hazır kahvenin yeni bir alternatifi gibi gösteriyor: mekan edindiği uçsuz bucaksız çorak topraklardaki herhangi bir toz tanesine dönüşüp kayboluyor bu yüzden de The Salvation. 

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
eva green dememiş miyim?

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses