10 Kasım 2013 Pazar

Ain't Them Bodies Saints

Amerikan kırsalında zamansızlıkla anlatılan bir suç hikayesi Ain't Them Bodies Saints. 1970'lerde geçiyor belki bu neo-western, ama aynı zamanda bildiğimiz westernlerin 1890'larında, aynı zamanda günümüzde geçiyor. Yani belirgin bir zamanda yaşasa da kahramanları öyle bir anlatıyor ki olanları, bizden dışarıda bir zamandan bahsediyor gibi. Parçalı anlattığı hikayesiyle eksiltili anlatımı bir suç öyküsü etrafında çevirmesi yaptığı her şeyi daha da değerlendiriyor. Çünkü suçun etrafında olanlar her zaman için çekici kılar bence o hikayeleri, yani arka planda bizim görmediklerimiz-göremediklerimizdir ana olayı değerli kılan. İşte Ain't Them Bodies Saints de o arka plana gidip anlatıyı değerli kılan eksiltili alanı tamamlıyor hikayesiyle. Bu sebeple belki karanlığı ve tekinsizliğiyle andırdığı Nick Cave'in suç/cinayet balladlarından ayrılıyor ama yakaladığı şiirsel atmosfer ve hikayesiyle Townes Van Zandt'in Waitin' Around to Die şarkısını hatırlatıyor bana, yani suç karşılığını öder mi bilmiyorum ama kendi içerisinde hep zengin olduğu bir gerçek.

Bir süredir beklediğim filmler mi bu sene şansıma hep beni mutlu etti, yoksa ben mi bu aralar alternatif bir gerçekliğe daha fazla ihtiyaç duyuyorum bilmiyorum, fakat son zamanlarda izlediğim ve etkileyiciliği sebebiyle tüm rastladığım olumsuzluklarını gözardı edebildiğim filmlerden birisi oldu Ain't Them Bodies Saints de. Ama yönetmen David Lowery'nin tarzıyla Terrence Malick'in erken ve son dönemlerinin bir harmanını andırdığı filminin aynı anda, filme doğrudan dahil olmadıkları halde, hem Cave'i hem de Van Zandt'i akla getirebiliyor olmasını düşünün; pastoral bir suç filminin değerini görebilmek için fazla bile değil mi? Daha önemlisi filmle alakasız bu kadar isim havada uçuşurken film kesinlikle bir çorba değil, yani kendi başına durabilecek kadar özgün. Hatta o balladlarda dinleyip okuyup izledikçe hep benim için daha ilgi çekici olmuş suç hikayelerinin, insanın tüm kendini kandırmaları ortaya çıktığı zaman bile hala içinde yaşamın özünü barındırabiliyor olduğunu anlatabilecek kadar da sıradan ama etkileyici.

poster mi? evet bence de; ışık, renkler ve tipografi.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses