29 Ağustos 2016 Pazartesi

A Bigger Splash


Kendi gözlerimizle bakabiliyoruz yalnızca yaşama; bir harmoni içerisinde birbirine dolanan bağlardan çok daha net görünüyor merkezinde olduğumuz hikaye. Empati fenomeni bu yüzden temelinde bir yalanı barındırıyor, yapabileceğin en fazla başka koşulların farkına varabilmektir ama yine de kendinsindir kaçamayacağın biçimde. Türümüzün bu doğal ayarları engelliyor sanki yaşamı bir bütün olarak görüp orada ufak mı ufak bir parça olduğumuz gerçeğine göre zamanın akışına kendimizi bırakmayı ve bu tümün işleyişindeki anlaşılmaz, belki tesadüfi belki mekanik devinimi hayranlıkla izlemeyi. A Bigger Splash tam da bu düşünceyi ortaya sürercesine bir grup sunuyor bizlere; herkesin ister istemez kendi çıkmazında arzu ve endişeye açılan beklentileriyle volta atıp bir başkasına dokunarak yaşama ve zamana dair olabileceğini düşündüğü. 

Yaşamını sıradan tanımlarıyla bir *başarı* haline getirmeye yetebilmiş ve onu kaybetmemek için uğraşanı, arayışlarını iş olarak icra edebilme şansına sahip olanı, günlerini keyfe boğarak geçirebilip de geçmişin izlerini unutamayanı ve neredeyse her şeye edimsel olarak yeni olmasıyla kavramsal olarak alışkın olmasını ayırt edemeyeni... Ortak görünen materyal dünyalarına ters ruhsal yapıları bu karakterleri bir katalogda listeleniyormuş gibi olmaktan çıkarıyor. Geçmişin ortaklığını yaşayan karakterler, bildikleri bağlarına göre konumlanıyor birbirlerine karşı. Kimisi dokunabildiği ruhtan kopma endişesiyle kendine verdiği sözleri geri plana atabilirken bir diğeri geçmişten gelen o dokunuşun arayışında yitiyor. O ruh, bir kişiye ait olmaktan ziyade onu esir alıp başkaları için günlerle yaşamın birleşebildiği bir imgeye dönüşüyor aslında. Ya bir de ona sorsalar? Ama var süregelen bir ruhsal rahatsızlık hikayede, öyle ya, nasıl yalnızca geriye kalırdı yoksa beyhude arayışın simgesi? 


Filmi izleyen için her ne kadar anlaşılır olacaksa da özellikle isim isim bahsetmek istemiyorum karakterlerden, çünkü tıpkı bir noktadan diğerine giderken içinden geçtiğimiz haftalar gibi belli belirsiz dokunuşlar, bağlar ve sonuçlar sunuyor film. Bu anlamda fazlasıyla imgesel bir yönü var ve olayları önemsemiyor aslında hikaye, yalnızca tüm ilişkilerin çözülmeye yakınsadığı o doruk noktası ve bunun ilksel bir duygu patlaması anı sonrası tamamen olayın teknik boyutuna kayan işlenişi yeterli bir veri zaten bu çıkarım için. Çünkü filmde yiten bir şey varsa, o da sonsuz arayış ruhunun kendisi sanki; adeta dengesini arayan günümüz dünyası gibi: geriye yalnızca delilik kalıyor o kadar günün ardından, tüm suç ortaklığı ve tahrikleriyle beraber. 

tilda swinton ve ralph fiennes için hali hazırdaki övgüye eklenebilecek bir şey yok, ama dakota johnson gibi yeteneksiz bir oyuncuyu böyle bir kadro içerisinde böylesine sırıtmadan kullanabilmek hem casting hem yönetmenlik başarısı gerçekten. ayrıca afiş, evet. 
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses