28 Eylül 2011 Çarşamba
27 Eylül 2011 Salı
PJ / Nothingman
Once divided...nothing left to subtract...
Some words when spoken...can't be taken back...
Walks on his own...with thoughts he can't help thinking...
Future's above...but in the past he's slow and sinking...
Caught a bolt 'a lightnin'...cursed the day he let it go...
Nothingman...
Isn't it something?
Nothingman...
She once believed...in every story he had to tell...
One day she stiffened...took the other side...
Empty stares...from each corner of a shared prison cell...
One just escapes...one's left inside the well...
And he who forgets...will be destined to remember...oh...oh...oh...
Nothingman...
Isn't it something?
Nothingman...
Oh, she don't want him...
Oh, she won't feed him...after he's flown away...
Oh, into the sun...ah, into the sun...
Burn...burn...
Nothingman...
Isn't it something?
Nothingman...
Nothingman...
Coulda' been something...
Nothingman...
Oh...ohh...ohh...
25 Eylül 2011 Pazar
High Hopes
Düzene dair sunduğu farklı bakış açıları, bireylerin çaresizlikleri ve yapılması basit ama karmaşık olan şeyler. Bir şekilde geçen yaşamlar ve onu güzel kılabilen zarif mizah.
Mike Leigh candır.
24 Eylül 2011 Cumartesi
Play It Once, Sam. For Old Times' Sake
23 Eylül 2011 Cuma
Six Feet Under; Waiting
Dizinin ilk bölümünün sonunda çalan şarkının ismi Waiting iken dizinin son bölümünün isminin ise Everyone's Waiting olduğunu da not düşmeli.
Ve tabi güzel adamı canlandıran (Nathaniel Fisher) bir güzel adamın (Richard Jenkins) oturduğu banktaki "accident", otobüsün üzerindeki "a good nights sleep" ve Nathaniel Jr.'ın (Peter Krause) arkasındaki duvarda yazan "no loitering" yazılarına da, henüz görmeyenler için, dikkat çekmek isterim.
Waiting at the station.
Waiting for the right moves.
Waiting in the basement.
Waiting for the right cues.
Waiting in a daydream.
Waiting in this slipstream.
Waiting...
Waiting in the right bars.
Waiting in the right shoes.
Waiting in a fast car.
Waiting in the airports,
waiting for my air-miles.
Waiting in slow motion,
coming through the turnstiles...
And if you ever change you mind,
you know I'm not hard to find.
And if you ever need someone,
I'll still be waiting...
Waiting with the orphans.
Waiting for the bee stings,
they tell me that success brings.
Waiting in the half-light.
Waiting through your whole life.
Waiting for an ideal, a low deal, a no deal.
Play your stereotype, oh yeah...
And if you ever find the time,
you know I'm not far behind.
And if you ever need someone,
I'll still be waiting...
Just waiting, for a friend.
Waiting...
I said it's alright!
It's alright, my friend...
Yeah it's alright!
Just waiting...
(500) Days of Summer
Bir kendiniz için bir de Zooey Deschanel için izlenebilecek son yılların en güzel romantik-komedilerinden birisi.
Belki kesilmeyen bir döngü var ama her döngünün kendine özgü zamanları var.
22 Eylül 2011 Perşembe
Dinlemeli Zamanlar
Portishead - Roads
Dino - Return To Me
Ezginin Günlüğü - Gelmiyorsun
Supertramp - Don't Leave Me Now
Trier'in Yeni ve Eski Nazi'lerle İmtihanı
GQ dergisine verdiği röportajda Cannes'daki Nazi meselesi üzerine tekrar konuşmuş Lars Von Trier. Ah bir de yeni filmi için isim seçerken "hangisi daha ticari" diye düşünmüyor olsa çok daha güzel olacak ama olsun "persona non grata" Trier candır.
"Özür dilemiyorum. Bunun bir şaka olduğunu daha çok belli etmediğim için üzgünüm. Ama söylediğim şey için özür dileyemem, bu benim doğama aykırı. Söyleyecek doğru ya da yanlış şeyler olduğunu düşünmüyorum. Bence her şey söylenebilir. Ben böyle düşünüyorum. Filmler için de aynı şey geçerli, bir filmde her şey yapılabilir. Eğer insan zihninde düşünülebiliniyorsa, o zaman söylenebilir ve bir filmde gerçekleşebilir. Elbette sonrasında başın derde girecektir, orası kesin, ama bu hiçbir şeyi yanlışlamaz. Söylediğim şey için üzgün olduğumu söylemek, nasıl bir insan olduğum, etik anlayışım için üzgün olduğumu söylemektir ve beni bir birey olarak yok eder. Doğru değil, özür dilemiyorum. Söylediğim şeyler için üzgün değilim. Sadece daha açık bir şekilde anlaşılmadığı için üzgünüm. Bir şaka yaptığım için üzgün değilim, ama bir şaka olduğunu açıkça belli etmediğim için üzgünüm. Ama söylediğim şeyler için üzgün olamam, özür dileyemem. Bu benim doğama aykırı."
Röportajın tamamı için sizi buradan alayım.
Ayrıca bunun bir şaka olduğu bence yeterince belliydi. Sadece insanlar düşünmeleri gerektiğini sandıkları gibi düşünüyorlar.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
19 Eylül 2011 Pazartesi
Happy-Go-Lucky
Eğitim sistemi şu şekilde işler: "Sana yeni bir bakış açısı vereceğim. Benim bakış açımı alırsan, benim bakış açımı kabul edersen sınavlarını geçersin ve sürekli yükselerek polis, hakim, avukat, general, politikacı olursun ve mutlu ve başarılı olursun. Ama kendine özgü düşüncen olursa, kalıplara bağlı kalmazsan mutsuz ve başarısız olursun."
Breath Me
Everything.
Everyone.
Everywhere.
Ends.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
16 Eylül 2011 Cuma
Magnolia
Film her sahneyi çekimleri, oyunculukları ve ses kullanımıyla fazlasıyla derinden hissettiriyor. Adeta "modern çağın" bir senfonisi gibi, ufak iniş ve çıkışlarının bir süre sonra tüm salonu inlettiği ve ardından kendi rutin ritmini yarattığı bir senfoni.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
12 Eylül 2011 Pazartesi
Moon
David Bowie'nin bize sunduğu muhteşem şeylerden birisiydi Space Oddity. Bowie'nin oğlu Duncan Jones ise hikayesini yazıp yönetmenliğini yaptığı Moon filmiyle Bowie'nin Space Oddity'sini adeta başka bir forma taşımış. Filmde Bowie'nin şarkısı kullanılmamış olsa da müzikleri yaratan Clint Mansell her zamanki gibi yine çok güzel bir iş çıkarmış.
11 Eylül 2011 Pazar
Das Leben der Anderen
Uzun zamandır okuduğum eleştiriler ve çevremde duyduğum övgüler nedeniyle izlemeye çekindiğim bir filmdi Das Leben der Anderen. İzlemeden önce böyle tanımlayabildiğim filmin izledikten sonraki tanımı ise elbette daha farklı oluyor: İki saati aşan süresinde bir an bile sıkmayan, izleyeni kendi atmosferi içine almayı başaran çok iyi çekilmiş ve üzerine uğraşılmış detaylarla etkileyici ama çok da güzel olmayan bir film Das Leben der Anderen. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonraki fuaye sahnesindeki o diyaloglar Das Leben der Anderen'in çok iyi bir film olduğu gerçeğini değiştirmiyor ama onu güzel bir film olmaktan uzaklaştırıyor.
Yani Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra kötü olan her şey bitmedi ve her şey iyi olmadı. Elbette birçok insani açıdan mutluluk vericiydi duvarın yıkılışı ama ne bir mutlu sondu ne de başka çok güzel bir şeylere varıştı. İşte bu noktada olumsuz bir şekilde rahatsız edici bir yönü var filmin.
Lars Von Trier boşuna söylemiyor; "Dünyanın nasıl olması gerektiği konusunda çok emin olan şu iyi niyetli insanlarla da bir derdim var" diye.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
11 Eylül'ü 10. Yılında Sean Penn'le Hatırlamak
I Saved The World Today
Monday finds you like a bomb
That's been left ticking there too long
You're bleeding
Some days there's nothing left to learn
From the point of no return
You're leaving
Hey hey I saved the world today
Everybody's happy now
The bad things gone away
And everybody's happy now
The good thing's here to stay
Please let it stay
There's a million mouths to feed
And I've got everything i need
I'm breathing
And there's a hurting thing inside
But I've got everything to hide
I'm grieving
Hey hey I saved the world today
Everybody's happy now
The bad things gone away
And everybody's happy now
The good thing's here to stay
Please let it stay
Doo doo doo doo doo the good thing
Hey hey I saved the world today
Everybody's happy now
The bad things gone away
And everybody's happy now
The good thing's here to stay
Please let it stay
4 Eylül 2011 Pazar
Öğleden Sonra 2 Birası
bir yatakta debelenmekten başka
ucuz hayaller ve bir birayla
yapraklar ölürken ve atlar ölürken
ve ev sahibeleri koridorlarda dikmiş gözlerini bakarken;
canlıdır müziği çekilmiş perdelerin,
sinek sürüleri
ve patlamalar sonsuzunda
son insan'ın mağarası;
hiçbir şeyin önemi yok sızdıran lavabodan başka,
boş şişeden,
keyiften,
kıstırılmış
bıçaklanmış ve traş edilmiş gençlikten başka,
kendisine sözcükler öğretilip
ölsün diye
arkası yastıkla desteklenmiş
gençlikten başka.
Charles Bukowski
3 Eylül 2011 Cumartesi
Das Weisse Band
"Tanrıya beni öldürmesi için bir şans verdim."
Michael Haneke, bir filmi izlemek için önemli bir sebep olsa da çok sevdiğim yönetmenlerden biri değildir. Das Weisse Band de beğensem de hayran kalmadığım bir film oldu, biraz fazla uzun geldi bana. Her neyse, bu film de aslında aşağıdaki Toplu Gösterim başlığında olacaktı ama filmin bence en etkileyici yanı olan yukarıda alıntıladığım cümle arada kaybolacakmış gibi geldi ve bir çocuk, yüksekçe bir yerdeki ince kütüğümsü bir şeyin üzerinde yürüyerek yaşamı sınarken sebebini böyle açıklıyorsa ayrı bir başlık gerek dedim.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Toplu Gösterim
Kaçınılmaz ve tutsak edici olan şeylerden en güzeli; yalnızlık. Zarif bir hüzünle huzurlu insanlık, hatta doğa hali. Belki insan ilişkilerinin, yalnızlığı bilenler ve tadanlar için angarya olması yalnızlığın o tadındandır, belki de yalnızlığın o tadı insan ilişkilerinin angarya olması ve insanın kendisiyle baş başa kalmasındandır. Her şeye rağmen bazen kısa bazen uzun "bir anlık" hissedilenler o'nu sizin için yapıyor sonuçta. Güç, düşünce, şu veya bu; her şeyin çok ötesinde.
Ama herkes "mutlu sonları" isterken asıl ve mutlak öncelikli soru kaçıyor; "mutlu" ve "son" ne ola ki?
Her film az çok yaşam üzerine olsa da Wall-E daha çok günümüz insan ve yaşamının sözlük anlamını, beklentilerini, getirilerini ve "gerçek anlamını" bir animasyon filminden beklemeyeceğim ölçüde irdeliyor. Elbette baktığınız yere göre filmin anlamı ve ifade ettikleri de değişiyor.
Problemin siyaseten de değil tamamen insansal olduğunu ve belki insanın içinde olan belki de insanın içinde olduğu o boşluğun aslında yanlış gidiyormuş gibi gözüküp düzeltilmesi gereken her şeyin sebebi olduğunu düşünüyordum film bittiğinde. Yani doğruydu; doğusu da yetmiyordu batısı da ve onu birleştirmek yapılacak en kötü şeydi çünkü biraz romantik de olsa doğusunda insan vardı, nesne değil.
Siyaset, teorilerde bitmiyor ya da başlamıyordu. Yani yaşama denkti bir şekilde ve bir şeyleri düzeltmekten çok bir şeyleri devam ettiriyordu, yani oyalıyordu insanları çünkü bir şey olmazsa başka bir şey insanları "burada" tutmalıydı.
Filmin Paul Giamatti'ye olan hayranlığımı da pekiştirmiş olmasını bunlardan ayrı olarak belirtme gereği hissediyorum.
Joy Division ve Ian Curtis hayranı olmanın ya da isimlerini dahi duymamış olmanın Control için pek bir önemi yok çünkü eğer bir hayransanız filme romantik bir önem atfediyorsunuz kendinizce ama zaten filmin kendisinde O var. Filmin siyah-beyaz olmasının Ian Curtis ve hikayesine de çok büyük katkısı var, grinin yaşamına olduğu gibi.
İçinde sıkışılmış bir düzen, işlemesi gerek bir iş, yukarıdan aşağıya doğru gittikçe artan baskı ve tüm bu süreçte büyüyen, yok olan, aldanan çaresiz isimler.
Güzel ve genele paralel olmayan bir komedi anlayışıyla dünyadaki din olgusu daha iyi anlatılamazdı herhalde. Sembolik ve karikatüristik karakterleriyle eğlenceli bir film olmasının öncesi ve ötesinde derinliği olan bir film Adams æbler.
Gegen Die Wand ...................................................................................Soul Kitchen
Ankara'da doğdum, Ankara'da büyüdüm ve üniversite için önce İstanbul'a gitsem de sonra vazgeçtim ve şimdi yine Ankara'dayım. Yani şimdiye kadar neredeyse tek bir şehirde yaşadım ama buna rağmen kendimi hala "göçmen" gibi hissediyorum. Çünkü bu sözcük ve ruh sözlük anlamlarının çok ötesinde. Ve Fatih Akın bu durumu anlatan en iyi yönetmenlerden birisi. Tıpkı Soul Kitchen'ın John Lennon'un o meşhur sözünü en iyi anlatan film olduğu gibi: "Yaşam, biz gelecek için planlar kurarken başımızdan geçenlerdir."
Gegen Die Wan ya da buralarda bilinen ismiyle Duvara Karşı ve Soul Kitchen, aynı güzel adamdan çıkan birbirine benzemez duran iki çok güzel film.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,