9 Ocak 2018 Salı

Thelma


Zamanla edilinilen zevkler tuhaf bir tat verir her zaman. Mesela ilk kez tadılan biranın tadı sevilmediyse, sonraki tadışların güzelleşmeye başlaması şüphelidir: acaba içeceği ilişkilendirdiği bağlamda mı sevmiştir karakter, çeşitleri arasındaki fark mı etkilemiştir, yoksa bu içeceğe dair bir tat algısı geliştirip onun inceliklerini fark edebilecek duruma mı gelmiştir sahiden? Burada çekici olan, kişinin kendisini tatmin eden şeyi ifade edebilecek hale gelme ihtimali sanıyorum ki. Zira sebebi ne olursa olsun tada dair yaşanan bu değişimin, o süreçteki yer değiştirmelerin izi sürülebildiği sürece kişi kendisine biraz daha yakınlaşacaktır: performe etmediği "öz" bir benlik varlığı gibi bir imayla değil, hali hazırda fırçanın gelişiyle ortaya koyduğu, yani yarattığı "benliği" girinti ve çıkıntılarıyla tanımak babında. Filmde Thelma'nın deneyimlediği sürecin doğaüstü olmayıp herkese yakın gelebilecek tarafı bunun üzerine kurulu, diğer yandan filmin kendisinin alımlanma hali de benim için bu sürece dahil.

Film izlemeye sıradan bir aktivite olarak başlayıp adeta dinsel bir ritüele çevirdiğim ve ardından günün doğal parçalarından biri olduğuna karar kıldığım süreçte, çok yakın bir zamanda, yeniden keşfettiğim yönetmenlerden birisi Brian De Palma idi. Eski işlerine döndükçe kendisine sıklıkla yöneltilen "derinlikten ziyade ambalaj" eleştirisinin gözardı ettiği şeyleri fark ettim ve bu sürede de sinemayı *fazla ciddiye alma telaşıyla* onun çekiciliğini kaçıran pozisyonumdan anlatıyı esasen kuran incelikleri takdir edebilme noktasına geldim. (Bu aslında *boş gözüken, bildik hikayelerle kurulmuş ama teknik bir üstünlük gösteren sürükleyici filmleri* seviyorum demenin bir diğer yolu.) Thelma, yalnızca De Palma'nın başyapıtlarından Carrie'yi anımsatmasıyla değil, genel olarak De Palma'yı işaret eden anlatı tarzıyla da bu kategoride değerlendirilebilecek bir iş. Şaşırtıcı olan, Joachim Trier gibi anlatıyı önce bir yazar olarak kuran, stilize incelikleri hikayenin arka planına atarak hisli filmler çeken bir yönetmenin böyle bir iş yapması. Kolaylıkla uyuşmayacağını sandığım, farklı türlü film yapma biçimleri arasında bu şekilde geçiş yapması, Trier'in hala şaşırtacak bir yönetmen olduğunun göstergesi. 


Stilize işlere yöneltilen eleştirinin temel sebebi de sanıyorum bu; karaktere dair başlayan notlar bir anda, ister istemez, yönetmene kayıyor ve onu, onu çevreleyen durumu konuşmak filmin kendisine dair kelamlar kadar heyecan verici oluyor. Bu sebeple filmin etrafında yaratıcı üzerine olan bahsi fazla uzatmadan filme dönecek olursam, ilk söylenebilecek şey Thelma'nın salt hikaye değeriyle izlenecek bir film olmadığı. Nüanslara gösterilen özenle genel hissiyatın bir kenara atılmadığı finali hariç, herhangi bir sinema izleyicisi bu hikayeyi defalarca izledi çünkü. Farklı, yenilikçi bir hikaye arayışı bağlamında söylemiyorum bunu, akışın baştan aşağı tahmin edilebilirliği üzerine söylüyorum. Tam da bu noktada Thelma'nın çok iyi kotardığı izleyiciyi içine çekme ve karakterin duygusallığına onu ortak etme hali devreye giriyor. Zira filmin vurucu yanı, başından sonuna bilinen bir çizgide ilerleyen anlatının sonlandıktan sonra bir yumru olarak izleyiciyle kalabilmesi. Bunun arkasında yatan teknik becerinin ötesinde, bir de, güya *duyarlılık* altında filmlerin hoyratça kullandığı temaları nazikçe mesele edebilmesini vurgulamak gerekiyor. Çünkü öyle bir durum oluştu ki son yıllarda, filmlerin kendilerinden çok, onlarda kurulan cümlelerin içeriğinde var sayılan meseleler filmlerin değerlendirilmesinde önem kazanıyor, veya filmin kendisine bakılmadan bir karakterinin eylemselliğinin olay örgüsü içerisinde edindiği yer yerme veya övme sebebi oluyor. Bu açıdan Thelma'nın ne meselelerini sömürmesi ne de anlatıyı *duyarlıca alkışlanma* etrafında kurmuş olması ayrıca takdire değer.


Nihayetinde, kurduğu tekinsiz atmosferle, sevgiyle baktığı karakterlerle, ve bunları hem kamera arkası hem de önünde hayran kalınası bir beceriyle yapıyor olmasıyla Trier ve Vogt'un şaşırmayan bir iş birliği Thelma; günün herhangi bir anında durduk yerde insanın içine oturan o kötürümleştirici hissin sinemadaki denklerinden. 


sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses