16 Kasım 2017 Perşembe

Landline


Sanki her şeyin bir merkezi varmış ve buradan şaşıldığı ya da oraya denk gelinmediği anda geri dönüşü yokmuş gibi hiçbir şeyin son zamanlarda. Elbette kişinin kendisini sunması yeni bir şey değil, hatta bunun pazarlama olarak anılabilecek seviyelere gelmesi de, ama zaman içerisinde odağın buna kaymasıyla değişen, o değiştikçe hepimizin hayatını ve samimiyeti derinden etkileyen bir şey var gibi son yıllarda. Her şey yuvarlanıyor olmasına rağmen tanımlar keskinleşiyor, her şey hala belirsiz olmasına ve yaşam stilleri üzerine kirli bir edebiyat yapılıyor olmasına rağmen tek bir biçem varmış gibi hareket ediliyor. Reelpolitik de böyle gelişiyor, insanların eğlenmek için ilgilenip hayatlarının bir parçası ettikleri şeyler de. 

Geçmişe dönüp bakarken kalan imajlar kötü bile olsa oradan çıkılmış olmanın getirisiyle belki de, hatırlananlar hep candan gözüküyor. Bilinçli diyebileceğim bir anlamda deneyimleyememiş olsam da, '90'ların *bolluğundan* -biraz da milenyumun ilk yıllarına sarkan etkisiyle- geriye kalan imajlar günümüzün daraltıcı anlayışı yanında çok daha samimi, çok daha rahatlatıcı gözüküyor. Ama bu hissiyat geriye bakışın getirdiği bir yanılsamadan ziyade somut bir değişimin ifadesi gibi gözüküyor, en azından Landline'dan sonra bu cümleleri kurarken daha az çekince hissediyorum. '70'lere dönen filmlerin çoğunluğunda döneme dair ağız sulanmasıyla karışık abartmaya karşılık, '70'lerin filmleri başta olmak üzere diğer anlatılarında buna denk düşecek biçimde vücut bulmayan olgular belirirken, '90'lar konusunda böyle bir kontrastın pek görünmüyor oluşu belki bunda etkendir. Landline da tam bu sebeple coşkunluk getirdi tarafıma izlerken, çünkü dönüp baktığı zamanı yalnızca kıyafetler, araçlar ve çevresel cisimlerde bulmayıp onu kendi değerleriyle ve bunu yargılama gereği hissetmeden deneyimleme fırsatı veriyor; yani umursamama halinin "ne olacak ki" yüzsüzlüğüyle değil, "ne olursa olsun" kabullenmesiyle var olabildiğini ve bu farkı görüyor. Hataların geri dönülebilir oluşu özellikle söz konusu janrın bir motifi, fakat bunun ele alınış biçimi ve anlatı boyu ultra yüksek çözünürlüklü bir film tarzında netlik aranmayışı Landline'ı, en azından günümüz için, farklı bir noktaya koyuyor. Burada yanlış anlaşılma olmaması adına özellikle vurgulamam gereken kısım "günümüz için," çünkü Landline yeni veya beklenmedik bir şey yapmıyor; bilakis, bildiğimiz bir hikayeyi alıştığımız şekilde kendini daha değersiz gören bir mizah sosuyla anlatıyor, ama tüm anlatımı ince bir farklılıkla yapıyor: farklı bir zamanın hassasiyetiyle. Bu açıdan da demode, ama günümüz algılarına göre daha rahatlatıcı, daha esnek ve şahsen ayaklarının daha sağlam yere bastığını düşündüğüm, en azından salınma hareketinin bir yürüme biçimi olduğunu bilen bir film olarak beliriyor. 

PJ Harvey'i duyunca distorsiyonun, düzleştirilip *sorunsuzlaştırılmış* seslerle dolu bir zamana karşı ne kadar etkileyici çınladığı düşünülüyorsa alışılmış, sıradan anlatısıyla Landline sıcak bir film olacaktır muhtemelen. Oradan oraya "dıkşınlı maceralarda" odağa oturup tasarım için kullanılan değil, gün içerisinde ufak bir konfor olan walkmen ve karışık kasetler, sıradan ve samimiyi biraraya getiriyor, yani Churchill baş parmağıyla onaylayıp geçmenin yetersiz kalması iyi hissettiriyor. 

sevgi, saygı, ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses