26 Ocak 2018 Cuma
La loi du marché / The Measure of a Man
2008 krizine odaklanan Amerikan dramaları, çoğunlukla meselenin "nasıl"ını anlatmaya çalışarak "neden"i ya geri plana atıyor ya da bu "nasıl"ın içine yüzeysel biçimde entegre etmeye çalışıyor. Bunu bir suçlamadan ziyade ortak özelliklerini saptama adına söylüyorum, zira o filmlerin konumlanışı da yapımından pazarlama evresine bu krize eleştirel bir noktadan bakmak üzere kurulu. Fakat tenkitin niteliğinin ne kadar mühim olduğunu 2007'den beri memleketçe deneyimliyoruz, dolayısıyla pozisyon alma çabaları ve niyetleri bir kenara, Margin Call'dan The Company Men'e ve hatta The Big Short'a kadar uzanan filmlerin temel itibariyle yaptıkları yalnızca krizi normalleştirmek değil aynı zamanda onun etkilenenlerini dışarıda bırakmak. Mesela The Company Men'de Kevin Costner gibi bir isim ve sima aracılığıyla temsiliyetine daha "öne çıkıyormuş" izlenimi verilen mavi yakalılar, kendi sınıfsal durumları üzerinden değil finansal kapitalizme karşı "üreten kapitalizmi" koyabilme telaşıyla var olabiliyorlar ancak. Ve bu açıdan 1987'de Oliver Stone'un Wall Street ile yaptığını farklı bir açıdan ve çok daha düşük seviyede bir itirazla tekrarlamaktan başka bir şey yapabildiklerini söylemek zor oluyor.
La loi du marché (ya da uluslararası ismiyle; The Measure of a Man) ise tüm bu filmlerin aksine bir mavi yakalıya odaklanıyor. Ana karakterinin film boyu sürecek derdini -ve durumun aslında ne kadar basit göründüğünü- açılış sekansıyla direkt ortaya koyuşu, filmin finale ulaşma sürecinde katmerli bir ehemmiyete erişiyor. Zira meselenin basit bir ekonomik sorundan ziyade siyasi olduğunu ve bunun da yaşamı algılayış ile temelden ilintili olduğunu ortaya koyuyor. Sallanan ama hareketten imtina eden kameranın bakışıyla tarif edilebilecek ve anlatısından metnine kadar sadelikle kurulan film, hiçbir cümlesini yüksek sesle veya manipülatif biçimde dile getirmiyor. Bu açıdan, sıklıkla reaksiyonerliğiyle eleştirilen bir sınıfın gayet sakin bir mensubu üzerinden meselesini etraflıca anlatırken seyircisinden tepkiyi bekleyişi, derdini ön plana çıkarmasını ve kendisinin basit bir "dava filmi" olarak algılanmanın ötesine geçmesini sağlıyor.
Eksantrik hareketleri sebebiyle söylediklerinin içeriğinden çok kendisine dikkat çeken bir modern düşünürün, "dünyanın sonunu hayal etmek, kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha mümkün" cümlesiyle özetlenebilecek kapitalist realist anlayışla hareket etmeyip onu gözler önüne sermeye çalışması bakımından gittikçe cendereye sıkışan günümüz insanını gayet iyi tarif ediyor film. Bürokrasiye karşı cümleleriyle beliren neoliberalizmin her süreci daha fazla bürokrasiye boğması, iş arama zamanlarında karşılaşılan aracı kurumlardan bunların üstlendiği "düzenleyici ve eğitici faaliyetlere", henüz ortada bir şey yokken müdahale iştahıyla hareket edip toplantılar düzenleyen eğitim kurumları ve finansal kuruluşlara kadar yansıyor anlatıya. Yani faaliyetin kendisinden çok onun temsilinin öne çıktığı bir zamanı anlatma adına "sorgulama odası" ile "uğurlama odası" arasına sıkışan çalışanları ve hepsinin her anına nüfuz eden şirketsel nezareti basitçe yansıtışıyla 2008 krizi sonrası süreci en iyi aktaran filmlerden birisine dönüşüyor La loi du marché. Ya da tek cümleyle; Vincent Lindon'ın mükemmel performansıyla beraber, etraflı bir tenkiti yalın biçimde sunan incelikli bir sinema deneyimi...
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Etiketler:
Filmlere Yamuk Bakış
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 tepki:
Yorum Gönder