Defalarca söylediğim gibi, 2014'ün en beklediğim filmlerinden birisiydi Inherent Vice. Filmin henüz izlemeden edinilen her kırıntısı PTA'den bir başka şaheser geleceğini düşündürüyordu bana, bir yandan da korkutuyordu beni; zira beklentim ne kadar yükselirse hayal kırıklığım o derece büyüyebiliyor ve sonuç olarak da acımasızlaşabiliyorum. Belki en iyi filmi değildi PTA'nin, fakat ne anlatıyor olduğunun gayet farkında olup hikayesine de o kadar saygı duyan bir film ki Inherent Vice, ana karakterinin tüm kafası dumanlılığını izleyiciye aksettirebilmişçesine her şey bir anda başlıyor, bir komplo endişesi tam etrafı sarmışken her şey huzurla bir anda sona eriyor.
Çokça tekrarlanan -en azından ben o ifadeyi kaç kez duyduğumu hatırlamıyorum- bir şey ister istemez insanın aklına geliyor filmden sonra: sevgili Hunter S. Thompson'ın hikayesinden uyarlama, pek sevemediğim Fear and Loathing in Las Vegas'ın, "keyif verici madde etkisinde" olmayı en iyi anlatan filmlerden biri olarak nitelenmesi. İşte o film bu hissi salt teknik beceriyle vermeyi başarırken Inherent Vice gayet sıradan bir kamera kullanımıyla gayet olağan bir hikaye anlatıcılığıyla değil o hissi vermeyi, izleyicisini sarhoşmuş gibi hissettirmeyi başarıyor. Burada hikayenin öneminden daha etkili olan şey elbette PTA'nin yönetimi, ama öylesine hafiften hissettiriyor ki kendisini, adeta bir bahar gününün sıcak rüzgarı gibi hikayenin üzerinden geçip kumları rastgele dağıtılmış gibi duruyor film.
Zihin hafiften sallantılı halde, insanı bezdirmeyecek kadar sıcak bir gecenin kanepesinde uzanmışken takıntılı kalınmış bir güzel kadınla başlayan heyecan, endişe, paranoya ve ironi zinciriyle -tabii- bir vazgeçilmez olarak bulmaca, yine bir gecenin kanepesinde, yine sallantılı biçimde sonlanıyor. Bir filmden daha fazla ne isteyebilirsin ki?
filmi izlemeden önce afişlerine hayran hayran bakıyordum, filmden sonra yetinemeyip hala öyle onları izliyorum.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
0 tepki:
Yorum Gönder