Çoğu zaman sadece Hollywood'a yakıştırılan bir tabir olsa da aslında sinema kendi haliyle bir hayal fabrikası. Benim gözümde festival filmleriyle gişe filmleri arasında bu ölçekte çok fazla bir farklılık yok yani, çünkü ilk kabulde herkes "çok büyük" bir şey yapmak istiyor. Haliyle her şey de fazlasıyla ciddiye alınıyor. The Giant Mechanical Man gibi filmleri veya özellikle '80'ler ve '90'ların o "sıradan" filmlerini bu yüzden çok önemsiyorum ben. Elbette konusuzluktan bahsettiğimizde bir Jarmusch filmi tadı vermiyor birçoğu fakat çıplaklıklarında çekici bir lezzet var: Bir bahar günü havalar gittikçe sıcaklaşır ve yeryüzü bir kez daha kendini yenilerken buna ortak olamıyorsan ya keyifli bir western filmi ya da bu filmler günü güzelleştirebilir çünkü. Sıradandır, tahmin edilebilirdir, farklı bir şey sunma derdinde değildir ama mutlaka, öyle ya da böyle, anlatacak bir derdi, hikayesi vardır ve en önemlisi kendisini bilir böyle filmler, işte bu yüzden ben aynısını onlarca-yüzlerce kez izlesem de bu naifliği tadabildiğim sürece bıkmam.
Jenna Fischer, The Office US ile tanıdığım ve ilk zamandan beri de izlemekten keyif aldığım birisi. Yönetmen ve senarist Lee Kirk, belki de Fischer'ın eşi olmasının getirdiği tanıdıklıkla kendisinden bir oyuncu olarak çok iyi yararlanmış filmde. Benim için Six Feet Under asıl olmak üzere, çeşitli film-dizilerde küçük rolleriyle yer alan Chris Messina da rolüne oturunca güzel bir birliktelik olmuş. Film de sonuca bağlanma konusunda tahmin edileceği gibi bu ilişki üzerine kurulu olduğundan muhtemel bir rahatsız edici çıkıntı böylece ortadan kalkmış. Filmin, ismine de yansımış olan hikaye içerisindeki derdi de bence filmin kendi "varlık sorununa" uyum sağlıyor, sonuç olarak sokaktaki her heykel veya herhangi bir yerdeki estetik her biblo için tarihten bir ismin denk gelmesi mi gerekiyor?
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,