İnsanların zaman anlayışının temelindeki takvim bugün de son sınırına ulaştı. Biz de kutluyoruz, seviniyoruz. Aslında daha derinden bir yeni yıl ve yılbaşı tahlili falan yapılabilir mi, yapılabilir. Ama yeni yıl ve yılbaşı için bir şeyler karalamaya üşendim, kolaya kaçıp bir müzik seçkisi yapayım dedim. Ha tabi 2010 yılından falan seçmedim müzikleri, daha neler bir de öyle olmasını bekliyorsanız. Öyle beraber dinleyelim diye paylaşayım dedim. Uzatmamın manası yok, çünkü saçmalamaya başlayabilirim, o halde aşağıdan dinleyelim efenim.
ben marş sayarım efenim bu güzelliği;
yeni yıla shirley'le girersem belki bu sefer shirley'li geçer yılım. kendisi tanrıçadır!
nick cave'le tanışınca, tanrıların var olduğunu anlamıştım.
tom waits dedikten sonra yoruma gerek yok diye düşünüyorum, yoksa yine kolaya mı kaçıyorum?
ezginin günlüğü "aşk bitti" şarkısında "aşk hiç biter mi" der ya biraz öyledir benim için beirut, geriye kalan en güzel şeylerden biridir, aslında zaten geriye kalan çok da kötü bir şey yoktur.
Elbette daha da güzel seçkiler yapmak isterdim, ne bileyim Pink Floyd, Led Zeppelin, Beatles, Doors gibi müziği müzik yapan güzel insanlar ya da jazz ve blues'un güzel insanları ve daha birçok güzel insan da olsun isterdim ama tabi öyle kendi halinde bir seçki yaptım burada, bu açıklama da son derece gereksiz oldu ama olsun. O değil de Ama olsunlarla geçiriyorum lan galiba zamanımı.
Hepimizin 2010'u nasıldı bilmiyorum ama 2011'imiz güzel olsun. iyi yıllar, güzel zamanlar dilerim efenim.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
31 Aralık 2010 Cuma
27 Aralık 2010 Pazartesi
6 (altı)
Zaman geçiyor ama hiçbir şey olmuyor, daha can sıkıcı durum ise hiçbir şey olmayacak olmasını biliyor oluşum. Ne olmasını beklediğime dair fikrimin olmayışı ise tüm olmayışların esrikliğini içime oturtuyor. Kavgalı olduğum kavramların beni ele geçiriş yöntemlerinin, acı diye bahsettiğimiz hislerin yanlarından geçmiyor oluşu, olan ve olmakta olan şeylerin gereksizliğine mi işarettir, yoksa devam eden bu cümlenin hastalıklı bir benlik tarafından kovalanıyor oluşuna mı, kendimle bunu tartışıyorum. Aklıma iliştirdiğim düşüncelerin anıma takılıp aklımdan kopuşu, aklımı koparışı belki de varlığımın nedenlerine bir galasıdır, her zaman olduğu gibi bilmiyorum. Sessizlikle uğraşılan her anın zevki, seslerin anlamlandığı yerin, nesnelerin ve kişilerin algılayış biçimlerinden kaynaklı bir değerlenmeye tabi tutulup tutulmayacağı ise tamamen gündem dışı. Geçen her şeyin geri geleceği inancı ise uygarlıkların ve insanların döngülerine yapılmış bir ayrıntı kanıt, fakat kimse farkında değil. Oysa sadece inandıkları insanların geri dönüp her şeyi bitirebileceği inancıyla ahlaklarını temellendiren insanların çokluğuyla nefeslenen bir dünya burası. Ya da onlardan farkları olduğuna inanan ve kendi inançlarında da var olanlarla, az önce bahsettiğim inançtakileri suçlayan insanların çokluğuyla. Aman neyse, zaten biz nicelik bakımından herhangi bir zaman bahsedilebilecek çokluğa erişmiş insanlar olamadık hiç. Her şey bir yana yaşıyoruz hala.
Sadece kayıtlarda bulunması açısından, bugün hava dünyanın orta yerinde ağlamak gibi, sadece problem dünyanın orta yerinde olması.
fotoğraflar, rodney smith
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla.
25 Aralık 2010 Cumartesi
Bu da Böyle Bir Anımdır
Karalama defterine bakarken, -sokakta gördüğüm "new yorker" tipli zenciler ve küçüklüğümü geçirdiğim hollywood filmlerinin de etkisiyle- hey dostum burası burası fazla buhran kokuyor, dedim kendi kendime. Ağlak bir buhran değil aslında ama yine de olsun. Hüzün fazla soyut kaldığı için belki de burada böyle somutlaşıyor, bu mümkün. Yoksa günlük his değişimi oldukça yüksek bir yaratığım, sanmayınki sürekli elim yüzümü kapatmış bir şekilde geziyorum. -hatta çoğunlukla ordan oraya koşarak kayarak falan filan geziyorum sanırım- Sadece belli şeyleri açıktan not ettiğim bir karalama defteri zaten burası, farkedileceği üzere, ama bunları da artık belirtmeliyim diye düşündüm. Olan biten bu yani. Yoksa Depeche Mode'dan Walking in My Shoes falan dinlenilecek olurdu buralarda bir yerdeki videodan, tripse trip arkadaşım.
Şimdi bu satırların bir kısmı aslında herhangi bir gece uyumadan önce not düşülüyor. Sabah uyanınca uykunun veya uykusuzluğun gücüyle daha saçma gelebiliyor her şey. O yüzden bu satırlar sabaha fazlasıyla saçma gelebilir. Mutlaka öyle ama eminimki bu satırlara sabah bu okuğunuz satırlar demek durumunda kalacağım. Kısacası o kadar zaman var lan niye gece uyumadan önce ha sorarım sana? Tabi soruyu üstünüze alınmayın siz, hitabı yok gibiydi çünkü.
Bir de başlıkta "da"yı küçük başlatıp diğerlerini büyük başlatmam üzerine düşündüm, neden diye? Aslında bazı kelimelerin büyük harfle başlaması bile başlı başına düşünme sebebiyken ve ben hala bazı sözcüklere büyük başlıyorsam bir "da"ya bu kadar takılmamam gerektiğini farkettim, sustum.
O değilde artık duyduğumda öğk möğk gibisinden şeyler gevelendiğim bir repliğe uyarlama yapmazsam, amuda kalkarken duvara çakılmış gibi hissederim kendimi, ee peki Metin Üstündağ da bizi okuyacak mı?
Tüm bu kadar cümlenin israf nedeni sadece bu üç videoyu buraya iliştirmek olduğunu düşündünüz değil mi içten içe, biliyorum öyle gözüküyor. Değil tabi canım ne münasebet.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
20 Aralık 2010 Pazartesi
John Fante
Sabah oldu, kalkma zamanı, kalk Arturo, kalk ve kendine iş bul. Git ve hiçbir zaman bulamayacağın şeyi ara. Hırsızın tekisin, yengeç katilisin, dolapların içinde kadınlarla sevişiyorsun. Sen asla iş bulamazsın!
Her sabah bu duyguyla kalkıyordum yataktan. Şimdi kendime bir iş bulmam lazım, lanet olsun. Kahvaltı ediyor, kolumun altına bir kitap yerleştirip ceplerime kalem doldurduktan sonra kapıdan çıkıyordum. Merdivenden indiğim gibi kendimi dışarı atıyordum. Bazen sıcak oluyordu hava, bazen soğuk, bazen sisli, bazen açık. Koltuğumun altında kitapla iş aramaya çıktığım için önemi yoktu havanın.
Ne işi, Arturo? Ha, ha! Sana iş, öyle mi? Kim olduğunu bir düşünsene, oğlum! Yengeç katili. Hırsız. Elbise dolaplarında çıplak kadın fotoğraflarına bak, sonra da iş bulmayı umut et! Ne kadar gülünç! Ama gidiyor işte, salak, koltuğunun altında kocaman bir kitapla üstelik. Hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun, Arturo? Neden o sokağa sapıyorsun da bu sokağa sapmıyorsun? Neden batıya gidiyorsun -neden doğuya değil? Cevap ver bana hırsız! Kim iş verir senin gibi bir domuza -kim? Ama kasabanın öteki ucunda bir park var, Arturo. Banning Parkı adı. Harikulade okaliptüs ağaçları var orda, yemyeşil bir park, Arturo. Ne kitap okunur orda! Oraya git, Arturo. Nietzsche oku. Schopenhauer. O muhteşem adamlarla geçir zamanını. İş mi? Peh! Oraya git ve okaliptüs ağaçlarının altında kitabını oku iş ararken.
...*
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
*john fante, los angeles yolu, parantez yayınları, istanbul, eylül 2004, s. 43/44
17 Aralık 2010 Cuma
Six Feet Under
"Eğer hayatım bir film olsaydı,
ya uyuyakalır ya da yarısında çıkardım."
İnsanların çok seviyormuş numarası yapmaya ayrı bir ilgi duydukları şu "sanat filmleri" gibi mi ne sanki yaşamlarımız. Ah hayır, tabi ki değil. Belki de öyle bilemedim bakın şimdi. Arada olur böyle, mazur görünüz Janis Joplin'in Kozmic Blues triplerini. Brenda'ya da sevgilerle tabi.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
12 Aralık 2010 Pazar
Nazım Hikmet
Kafamı çıkarıp dolaba kilitlesem bir haftalığına
karanlığına boş bir dolabın
omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine
uyusam gölgesinde bir haftalığına.
1959
***
Kar kesti yolu
sen yoktun
oturdum karşına dizüstü
seyrettim yüzünü
gözlerim kapalı.
Gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor
sen yoktun
karşında duvara dayanmıştım
konuştum konuştum konuştum
ağzımı açmadım.
Sen yoktun
ellerimle dokundum sana
ellerim yüzümdeydi.
Aralık 1959
***
Fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda
kuru fasulya gibi
kuru fasulyanın pilakisi yapılır
benden o da yapılmaz.
karanlığına boş bir dolabın
omuzlarıma bir çınar diksem kafamın yerine
uyusam gölgesinde bir haftalığına.
1959
***
Kar kesti yolu
sen yoktun
oturdum karşına dizüstü
seyrettim yüzünü
gözlerim kapalı.
Gemiler geçmiyor uçaklar uçmuyor
sen yoktun
karşında duvara dayanmıştım
konuştum konuştum konuştum
ağzımı açmadım.
Sen yoktun
ellerimle dokundum sana
ellerim yüzümdeydi.
Aralık 1959
***
Fasulya gibi yaşıyorum son zamanlarda
kuru fasulya gibi
kuru fasulyanın pilakisi yapılır
benden o da yapılmaz.
31 Mayıs 1962
***
bütün kapılar kapalı inik bütün perdeler
nerdeler nerdeler nerdeler
gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler
dilsizler fısıldıyor sağırlara uzaktan çok uzaktan
bakışın gözleri yok koşunun ayakları
yoruldum yakalanmazı kovalamaktan
bir cigara içeyim.
31 Mayıs 1962
***
bütün kapılar kapalı inik bütün perdeler
nerdeler nerdeler nerdeler
gidilmeyen gelinmeyen bir yerdeler
dilsizler fısıldıyor sağırlara uzaktan çok uzaktan
bakışın gözleri yok koşunun ayakları
yoruldum yakalanmazı kovalamaktan
bir cigara içeyim.
31 Mayıs 1962
nâzım hikmet, son şiirleri, yapı kredi yayınları, istanbul, ağustos 2008, s. 39-40 / 141-142
Turgut Uyar
Tel Cambazının Kendi Başına Söylediği Şiir*
Beş kere yedi mi dediniz, dursun
Yıldız poyraz gündoğusu, dursun
Fasulya mı dediniz, dursun
Ben varım sen varsın o var
Dursun,
Ben şimdi gelirim.
Ben eskiden hep acıkırdım
Alıp başımı ekmeklere giderdim
Eski evlerde orospulara giderdim
Bulutlu geniş meydanlara giderdim
Sevdalı şiirlere giderdim.
Şimdi doymadım ama unuttum
Devenin başı mı dediniz, dursun
Dursun,
Ben şimdi gelirim.
Bu işte bir şey var anlamadım
Körpe kadınlar basık odalarda mı, dursun
Hoyrat gemiciler uzun seferlerde
Darağacında bir adam mı dediniz, dursun
Yeraltında gizli sandık mı, dursun
Bahçeler dursun, kızlar dursun
Anlattıklarım, anlatamadıklarım, anlatamıyacaklarım
Senin yakanda bir el mi var dediniz, dursun
Dursun,
Ben şimdi gelirim.
***
Tel Cambazının Tel Üstündeki Durumunu Anlatır Şiirdir*
Sizin alınız al inandım
Morunuz mor inandım
Tanrınız büyük âmenna
Şiiriniz adamakıllı şiir
Dumanı da caba
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Bütün ağaçlarla uyuşmuşum
Kalabalık ha olmuş ha olmamış
Sokaklarda yitirmiş cebimde bulmuşum
Ama ağaçlar şöyleymiş
Ama sokaklar böylemiş
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
Aşkım da değişebilir gerçeklerim de
Pırılpırıl dalgalı bir denize karşı
Yangelmişim dizboyu sulara
Hepinize iyi niyetle gülümsüyorum
Hiçbirinizle döğüşemem
Siz ne derseniz deyiniz
Benim gizli bir bildiğim var
Sizin alınız al inandım
Sizin morunuz mor inandım
Ben tam dünyaya göre
Ben tam kendime göre
Ama sizin adınız ne
Benim dengemi bozmayınız
*turgut uyar, büyük saat, yapı kredi yayınları, istanbul, 2010, s. 118-119
11 Aralık 2010 Cumartesi
5 (beş)
Kişiselliğe tepkili bir teklik hali ve bu tekliğin imrenmeleriyle kendini beğenmişliği doğrultularında oluşmuş çift kişilik, dolayısıyla tekliğin kendisiyle çelişkisi. Eylemsiz kalan cümlelerin tüm potansiyeline rağmen hareketsizliği, ve tahammülünü, sınırını falan bilmem ama ifadesiz kalan her varlığın öz-yok-olumu yani intiharı yok, bunu biliyorum. Tüm varoluşların buhranları birbirlerine benzediği gibi olmayışların serzenişleriyle ortaklıklarının da varlığı dokunulmaz bir sıkıntı yaratıyor her dem.
Boşlukta salındığım her an geçen zamanın oluşturduğu etkiyi kıskanırcasına devinimlerimin durmaksızın beklentileri tüm hüznüme kaynak oluşturmasa da, etkisi büyük oluyor. Tüm mevsimlerin birbirlerine karıştığı zamanlar, ve hayır bayanlar baylar, küresel ısınma veya küresel iklim değişikliği değil, tekil hayatların devrimi ya da evrenin tembellik hakkı kısaca.
Sadece kayıtlarda bulunması açısından, bugün hava dünyaya ilk defa paraşütle inmiş kadar heyecanlı, paraşütün inişini beklemek kadar sabırsızlık tetikleyici ve paraşüte binemeyecek kadar tedirgin. Hem ya paraşüt delikse ya da açılmazsa?
fotoğraf; felix stolz, rupert tapper
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Underground
Onat Kutlar "Sinema bir şenliktir" demişti, aynı zamanda kendisinin göç ettiği yıl olan, 1995 yapımı Underground'dan tam 10 yıl önce, bu cümleyi isim edinmiş kitabının ilk basımında. Merak ediyorum, Emir Kusturica'nın tüm filmlerini izleyebilmiş olsaydı soğukkanlı bir poker oyuncusu tavrıyla, görüyorum ve arttırıyorum, der miydi? Veya ters çevirirsek, Kusturica Onat Kutlar'ı haklı çıkarmak adına ekstra bir özen mi gösteriyor filmlerine? Hayaller ve onların soruları bir tarafa, sinemanın neden sanat olduğunu ve neden onu sevdiğimi cevaplayan filmlerden birisidir Underground.
Once upon a time... there was a country...*
*Bir zamanlar... Bir ülke vardı...
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Lars Von Trier ve Dogville
Nevi şahsına münhasır Lars Von Trier'in düşüncelerine veya takındığı tavırlara pek yakın olmayabilirim zaman zaman. Ama bunun, ciddi manada insanı sarsan ve şaşırtan, insanın, film sırasında veya filmin sonrasında çeşitli kavramları ve olguları kurcalamasına, düşünmesine engel olamadığı filmler yaptığı gerçeğini değiştirmediğini ve filmlerini izlerken ya da kendisini takip ederken garip bir zevk verdiğini düşünüyorum. Filmlerini her şeyiyle baş aşağı çevirip onun bize sunduğundan farklı noktalara ulaşmanın mümkünlüğü de ayrı bir tat bırakıyor tabi çoğu zaman.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
5 Aralık 2010 Pazar
Çoğunluk
Sadece çok güzel bir film diyebiliyorum. Ve herhangi bir varlık için güzel olduğunu söyleyebilmek bile iliklerime kadar mutlu hissettiriyor, yaşamı hissettiriyor, ya da öyle bir şeyler işte.
Buna kafa şişirme minvalinden dağınık birkaç cümle daha ekleyeceğim; çoğunluğu, azınlık gözünden izledik çok uzun zaman, dahası yaşadık ve nasıl olduğunu biliyoruz, ama önemli olan şu ki; çoğunluk çoğunluğun kendi gözünden de bildiğimiz kadar, bildiğimiz gibi ürkütücü. Bir problem ise bu karakterlerin ve yaşamların var olduğundan haberi olmadığı için azınlık olduğunu düşünen insanlar. Çünkü azınlık olmak için çoğunluğu üzerinizde güçlü bir biçimde görmüş olmanız gerekir, zaten bir noktada azınlığın azınlık olmasına neden olan çoğunluktur.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Etiketler:
Filmlere Yamuk Bakış
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)