18 Kasım 2010 Perşembe

Jim Jarmusch


1984 yılında Stranger Than Paradise filmi üzerine Harlan Jacobson ile yaptığı röportajdan;

"Basit bir tema bu: paranın onlara göre anlamı. Parayı çalarak, hile yaparak, yalan söyleyerek ya da şans eseri bulabilirsiniz. Fakat bütün günlük programınızı ona göre yapıp bütün hayatınızı paranın etrafında kuramazsınız. İhtiyaç duyduğunuzda temin ettiğiniz bir vasıtadır o. Muhtemelen bu düşünce, benim yaptığım her filmin teması olacaktır. Zira gözünü gerçekten hırs bürümüş karakterlerle ilgilenmiyorum ben. Amerikan rüyası türünden bir şey hiç ilginç gelmiyor bana."

***

"Her şeyden önce bu fikirden nefret ediyorum. Şunu söylüyorum, ben okul masraflarımı ve diğer ihtiyaçlarımı karşılamak için fabrikalarda da çalıştım, fakat bilmiyorum, başka insanlar adına çalışma ve başımda bir patronumun olması düşüncesine katlanamıyorum. Asla yapamıyorum, ya da koşullarını sevmediğim için bir işi uzun süre götüremiyorum. Biliyorsunuz, zaman kısıtlı.

Elio Petri’nin The Working Class Hero Goes to Heaven (1971) adlı bir filmi var; orada Gian Maria adındaki adam çalıştığı fabrikadan çıkıp evine gidiyor ve evdeki her şeyi kırıp parçalıyor. Üstelik bunları yaparken o televizyonu, pikabı ya da vazoyu almak için ömrünün kaç saatini verdiğini düşünüyor. “Yirmi iki saat.” Kır, parçala. Gerçekten harika bir şey. Aynen benim duygularımı yansıtıyor. Bütün hayatımı kazanç elde etme etrafında programlamaktansa, hiç param olmasın daha iyi.

Şu anda bir sürü insanın elde etmek için bekleyerek bütün ömrünü tükettiği ve elde edemediği bir imkana sahip olsam da, gerçekten Hollywood’da çalışma arzusu duymamamın sebebi budur. Bana çuvallar dolusu para teklif eden, fakat her şeyi, sizin de bildiğiniz üzere, aynen Porky’nin tekrarları gibi yönlendiren insanlara boyun eğmek ilginç bir duygu olsa gerek. Benim tek isteğim, çalışmalarımı yürütebilmek, kiralarımı ödeyebilmek ve para kaygısı çekmemek. Gerçekten de benim en büyük arzum bu. Bir anlamda da çelişkili bir durum tabii."

***

-Cennet yok mu, yoksa var mı?
"Yok. Gerçekten yok. Katırın önüne havuç koyulacağına inanmıyorum. Sanırım bizi kuşatan şeylerle yüzleşmemiz gerekir.
Bu cennet, bir inziva yeri olması gereken Florida, aslında Cleveland’dan tamamen farklı bir iklim ve biraz da farklı peyzajdır. Gezip dolaşırken ben şunu hissettim, Amerika’da sürekli bir monotonluk var, hele fazla paranız yoksa. Belli bir ücret yelpazesi içinde tarife uygulayan bütün moteller birbirine benziyor. Peyzaj değişse bile, siz aynı 7-11 mekanına gitmeye devam ediyorsunuz. Aslında benim hiç ilgilenmediğim Amerikan rüyası denen şeyin felsefesidir bu. Gerek bu sebeple gerekse karakterler açısından olsun, cennet yoktur. Sizin kendinizi daha rahat ve daha güvenli hissedebilmek için kafanızda tasarladığınız ya da kurduğunuz bir şeyden ibarettir o. Fakat hayatın gerçeği değildir.
Ben bu karakterleri beğeniyorum; onların her şeyi oldukları gibi kabul etme tarzını önemli buluyorum. Her şeyden feragat etmiş bir halleri var ve hayat koşullarını düzeltme isteği duymuyorlar, sadece bir değişiklik arıyorlar, farklı bir iskambil oyunu ya da o türden şeylerin peşindeler."


1987 yılında Peter von Bagh ve Mika Kaurismaki ile yaptığı röportajdan;

"Amerika’da hırstan geçilmiyor. Hırs ve başarı konusundaki bu düşünceden bıktık usandık artık. Kesinlikle her yerde karşınıza çıkan bir şeydir bu, fakat ABD’de özel bir yere sahip. Benim hiç ilgilenmediğim ve sevmediğim bir özellik bu; hayatım boyunca hep ekonomik olarak belli bir aşamaya gelmem gerektiğini öğrendim. Önemli olduğu düşünülen şeyler ve kişiler de bu ekonomik düşünce biçimine dayanmakta.

Gençliğimde kafam siyasal düşüncelerle doluydu, idealist biriydim. Şu anda gezegenimizi kirlettiğimiz duygusunu taşıyorum. Politikada her şey hırs üzerine temellenmiş. Her şeyi mahvettik; örneğin, Çernobil’den sonra insanlar nasıl olur da nükleer güç kullanmayı düşünebilirler! Sadece kendi hayatlarını düşündükleri için hiç aldırmıyorlar. Bir bakıma bu gezegen için her şey çok geçtir artık ve bana göre karşılıklı konuşmalar, birisiyle birlikte yürüyüşe çıkmak, bulutların üstümüzden kayıp gitmesi, ışığın bir ağacın yapraklarının üzerine düşmesi ya da oturup biriyle karşılıklı sigara tüttürmek gibi en basit şeyler daha önemli hale gelmiştir. Bana göre, bütün bunlar o anlaşılmaz sözlerden daha değerlidir. Gerçi bir bakıma bu da çıkarcılıktır. Nihilist olduğumu söylemek istemiyorum, fakat bana göre bu gezegen mahvolmuş durumda ve hali içler acısı. Yine de, hala şu andan başlayarak yüz yıl sürmesi mümkün olmayan küçücük ve güzel şeyler yok değil. "

Jarmusch'un da dediği gibi, "Yaşamın güzelliği küçük detaylarda, büyük olaylarda değil."


ludvig hertzberg, jim jarmusch, agorakitaplığı, istanbul, 2007.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla;

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses