5 Temmuz 2017 Çarşamba

Lovesong


Çoğunlukla sabit olmayan ve alışılmış estetik algısını fazla kaşımayan kadrajlar kovalayan bir kamera ile görece uzun planlar; Lovesong'un anları yakalama becerisinin kamera arkasında nerede yattığını düşünürken akla ilk gelen yaratıcı tercihler bunlar. İronik biçimde, bazen formüllü gişe sinemasından daha formüllü diye sövdüğüm filmlerin önemli çoğunluğu için kullanılabilecek tanımlayıcılar da aslında onlar. Peki Keough ve Malone'u bir arada izleyecek olduğum için heyecanlandığım gerçeğini inkar etmeden doğrudan soracak olursam; Lovesong'un etkileyiciliği sadece orada mı yatıyor, yoksa bu tanımlayıcılara uyarken farklı yaptığı başka şeyler mi var? Belki basit ve muğlak kalabilecek bir çıkış yolu, fakat Lovesong'u günün içine asıl sokan, anlatıyı süslü zaman veya mekanlara -yani bildiklerimizin dışında nitelenecek bir dünyaya- götürmeyen temel sebep kameranın kullanılışından çok filmin bütününde hissedilen samimiyeti. Zira ne anlatım biçiminde ne de anlatının bizatihi kendisinde pek şaşırtıcı bir şey yapıyor So Yong Kim, ama kendi derdi içerisinde olan biten her şeyin farkında ve hem kendisini hem izleyicisini hırpalamıyor. Böylece adeta "pazarlanmayı" reddeden bir film çıkıyor ortaya; haliyle samimiyet mevzusu da buradan geliyor. 

Bir ilişkiyi, -David Mamet'in deyişiyle- asıl ustalık olan mümkün olduğunca az şey söyleyerek ve anlatıyı apaçık etmeden yakalıyor Lovesong. Bu sayede kendi meselesine ortak etmeye çalışmadan da izleyiciyi dahil etmeyi başarıyor filme. Bir anlamda şikayet etmeden dertleşiyor -ki bilirsiniz, zordur bunu bulabilmek. Kameranın yakaladığı bakışlarla, bir anda rastgele araya giren esprilerin yabancılığında, istemsizce zorlama veya içten gözüken hareketlerde kuruyor Kim anlatısını; ve tam da akşam çökerken, sakin bir yerde, her şeye biraz benzeyen bir melodiye eşlik eden haddinden fazla anlamlı gelen sözlerin sessizliği bozmadığı o hissi yakalıyor. 

Malone, bu sene oynadığı bir başka film olan Bottom of the World'de de Lovesong'dakine benzer biçimde "şimdiye kadar yaptığın en kötü şey ne?" sorusunu cevaplıyordu. Orada filmin oturmamış dünyasında dahi öylesi bir soru ve cevap sırıtırken burada nasıl anlatının fazlalık diye bir şeyi olmadığının göstergesi oluyor birbirini hatırlatan bu iki diyalogun kullanımı arasındaki fark. Bu da Lovesong için en önemli gösterge sanırım.

keough ve malone'u bir arada izlemek ne kadar keyifliyse benim için, böyle bir filmde izlemek o keyfi daha da bir katlıyor. fakat söyleyeceğim asıl şey, sima olarak tanıdık gelmesine rağmen, american honey'de keough'yu kadrodaki profesyonel olmayan oyunculardan sanmıştım ciddi ciddi. bu sene iyi-ki-de-emekli-olamayan-soderbergh'in yeni işi logan lucky'yle beraber 2017'in en merak ettiğim işlerinden olan it comes at night haricinde öyle filmlerle de geliyor ki kendisi; trier ve levinson gibi ustalar haricinde, jeremy saulnier ve david robert mitchell gibi heyecan verici yönetmenlerin yeni işlerinde çalışacak olması o filmleri daha da bekler hale getiriyor beni. sanırım brit marling ve rooney mara'dan sonra şahsımın yeni bir takıntısı oldu.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses