8 Şubat 2017 Çarşamba
Nocturnal Animals
Scorsese, son filmi Silence'ın basın toplantısında yeni filmleri eskisi gibi takip etmediğini söylerken eklemişti: "imajlar artık bir şey ifade etmiyor." Yeni, fazla çarpıcı bir şey söylemiyordu elbette Scorsese bu sebeplendirmesinde, fakat bu sözlerin daha iyi anlaşılması adına rahatlıkla kullanılabilecek bir örnek Nocturnal Animals. Bir çırpıda bakıldığında, henüz izlenmeden dahi, *tüketilmiş* gibi ilgi duyulabilecek bir film çekebilmek başarı elbette, ama bu bize filmin etrafında turladığı Susan karakterinin ötesine geçebilen bir gerçeklik verebiliyor mu? Bu durumda ne kadar samimi olabilir ki filmin seksi olmasına bu kadar kafayı takmış bir yönetmen böylesine bir hikayeyi anlatırken? Ve işin problemli yanı kendisini ilgiyle izletmiyor ya da sevdirmiyor da değil Nocturnal Animals, çünkü çoğunlukla bayağı diyaloglarına rağmen anlattığı bir şey, üzerine gidebildiği bir meselesi var. Ama şimdiki zamanın alegorisini farklı bir zaman içerisinde çizerken birinden diğerine geçişler sırıtmıyor -hatta bazen etkileyici bile- olsa da işlemeyen, fazla bayat kalan bir şimdiki zaman anlatısı var. Anlatı süresince de koşut zamanın finaliyle de bu bayatlığın, yapaylığın sebebi anlaşılabilir elbet ama bu sebep ortadaki problemi kaldırmaya da açıklamaya da yeterli olmuyor. Zira adeta bir *reklam estetiğinde* her şeyi çekici yapabilmek için o kadar uğraşmış ki Ford, zaten filmin tüm rahatsız ediciliği buradan ileri geliyor. Alımlı bir görsellik, ona çok güzel eşlik eden ve hatta bazen o fosluğun dahi önüne geçip ona anlam katmanın kıyısına gelebilen müziklerle beraber tahmin edilebilir dahi olsa sürükleyici bir hikaye mi yalnızca sinema? Ya da daha kısa ve net söyleyeyim: bir modacı olmanın iyi yanı; Amy Adams'ı daha da güzel gösterebilmek. Kötü yanı; Amy Adams'tan dengesiz ve kötü bir performans alabilmek.
Kuşkusuz başından sonuna üzerine düşülmüş, bolca kafa yorulmuş, koreografik bir iş Nocturnal Animals. Meselesi sayesinde de, en azından kişisel olarak, çok uzak duramıyorum ve hatta filmin beni *tavladığını* dahi söyleyebilirim. İşte tam da bu rahatsız edici, çünkü Nocturnal Animals günümüzün ruhuna uygun olarak anlamsız bir yaşam stili telaşı sunuyor. "Bunu alırsan şöyle bir insan olursun, burada yersen böyle bir insan olursun" mentalitesini öylesine pusula etmiş ki kendisine formülünün ötesinde var olamıyor. Belki de bu sebeple -yani TV'nin hikaye anlatmak için daha geniş bir alan sunduğu tartışmalarının olduğu bir zamanda reklam estetiğinin sinemayı esir alması ve anlatıların anlamsızlaştırılarak formülize edilmesi- bu dönemde buna kapılmayan ama aslında *çok-da-şey-olmayan* filmler daha fazla ön plana çıkıyor. (*öhhö* Manchester by the Sea *öhhö*)
Ortada böyle bir problem varken ne kadar cezbedici tartışmalar çıkabilecek olsa dahi anlatının içeriğine girilemiyor. Her ne kadar topluca kutlanmasına rağmen hayli köpüklü ilk filmini aşmış olsa da Tom Ford, hala ele aldığı iki zaman arasındaki bağlantıyı kurmakta zorluk çekiyor. O geçmişe dönülen hatırlanmışlıklar sırasında Nocturnal Animals'daki şimdiki zaman anlatısının -karakterin hissini veremeden var olan- boşluğuna bakmak bunu görmek için yeterli. Ama bu sefer Ford anlatıdaki potansiyeli daha net fark edip onu parlatarak alımlı bir film yapmak için yırtınmış, adeta "bak burada ne var?!" diye define bulmuş gibi bağırmış ama kendisi de ne bulduğunun pek farkına varamadan sandığın güzelliğine takılmış sanki. Böylece eski binalara yapılan yalı kaplama gibi bir film çıkmış ortaya: iyi işçiliğe rağmen çevrelediği o eski yapının içerisindeki samimi yaşanmışlığa uymayan, sanki "ben de artık öyle -herkes gibi?- olayım" öykünmesini kulaklarda çınlatan yakışıksız bir kaplamadan ötesi değil.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
michael shannon'a yönetmen fark etmiyormuş, o da tescillendi bu arada ford sayesinde. ama diğer birçok şey gibi jena malone'dan da kısacık bir sahnede dahi performans alamamış, o da ayrı.
Etiketler:
Filmlere Yamuk Bakış
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 tepki:
Yorum Gönder