25 Ocak 2017 Çarşamba

Christine


Rutin sadece günlük yaşamın sürüncemesi değil sanki; her bireyin yaşamındaki o ilk ve mütemadi sorunla yüzleştiği her an çekildiği bir kabuk, tıpkı dondurma yiyip şarkı söylemek gibi. 1974'te, canlı yayında intihar eden muhabir Christine Chubbuck'ın yaşadıklarını kısaca anlatan Christine de bunu öneriyor sona ererken; bir yerden tutunmalı, mümkünse. Ama kişisellik ile toplumsallık arasında fazla ince bir çizgi varken bunun üzerinde yürümeye pek niyetli değil Christine, yani Chubbuck'ın çevresince de o zamanlar dahi fark edilmiş olan belli sorunsallaştırılmışları ufaktan vurgularken bir insanın yaşamının gidişatını belki kitlenin engellenemeyen akışına tepkiyle belki de kişisel baş edemeyişle ele alışına dair net bir final cümlesi söylemek istemiyor, ve tam da bu sayede bu etkileyiciliğe sahip oluyor. 


Söz konusu buhran olduğunda, tanıdık zemine ayak basanlar daha çekingen yaklaşır ve belki kabullenişin tezahürü olan gülümseme veya başka bir mimikle kendine dönerken o zemini tanımlayabildiğini zannedenler daha fazla konuşuyor. Bu sebeple filme olumlu şeyler söylerken dahi "ama neden böyle bir şey yaptığını anlatabilecekse de keşfetmeye kalkmıyor" diye yorumlar yazılıyor Christine için. Oysa filmin bir şeyi açıklamaya kalkmıyor olması tam da övülesi yanını oluşturuyor, zira ne kadar sosyal bir temeli ve hatta muhtemel tetikleyicileri olsa da nihayetinde bir karara götüren kişisel bir çıkmaz sürecini anlatıyor. Dolayısıyla söyleyebilecekleri, tüm bunlara tanık olmuş insanların ağzından dahi olsa yanıltıcı sıfatından ötede bir şey ifade edemeyecektir. Ama diğer yandan, Chubbuck'ın son eylemi öncesindeki sunuşunda *profesyonel* çıkmaza, ya da belki daha doğru ifadeyle açmaza, dair sarf ettiği cümleyi toplumsal açıdan keşfetmeye kalkmıyor Christine, ve bu sanırım esas problemlerinden birisi. Bir bağ bulması, bir şeyleri nedenlendirmesi değil beklediğim; tıpkı final sekansında Nixon ve Ford'a dair haberler arkada akar ve Chubbuck yakınından geçtiği insanların yaşamından önce bir "gösteriye" dönüştüğü ulusun hafızasından hemence kaymaya başladığı gibi ufak ve daha etkili dokunuşlar. Çünkü geçen senenin Sundance'ine bir kurmaca bir belgesel film getiren bu hikayenin "renkli ve canlı yayında" gerçekleşmesinin sanki kişisel olduğu kadar sosyal bazı bileşenlerini de göz önüne almak gerekiyor.  

Cohen'in dediği gibi değil mi sonuçta? "Herkes biliyor," ama herkes eyleyemiyor. Nihayetinde Christine, Chubbuck'ın bu eyleyişini "onurlandırarak" anlatıyor. 


sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses