Birbirine dokunamayan insanların hikayesiyle izleyicisine dokunmayı bir kez daha başarıyor Wim Wenders Der Himmel über Berlin (Wings of Desire / Arzunun Kanatları) ile. Wenders'in bunu daha önce de yaptığı diğer bir filmi Paris, Texas'ı da bundan birkaç yıl önce izlemiş ve kendisinin Der Himmel über Berlin'i adadığı kendi ifadesiyle -filmdekine benzer- "melekleri" Tarkovski, Truffaut ve Ozu gibi Wenders'in de, tam olarak bu ifadeyle olmasa da, benim "meleklerim"den biri olduğunu düşünmüştüm. O anda Wim Wenders'in başka bir filmi olup olmadığı veya diğer filmlerinin Paris, Texas kadar güzel olup olmadığı hiç önemli değildi, o filmi yaratmış bir insan benim için her zaman farklı bir yerde olacaktı. Çünkü ilk defa bir Avrupalı yönetmenin filmi, izlemeden önce okuduklarım sebebiyle büyüyen beklentimi karşılamak-karşılamamak bahsinin ötesinde beklentilerimi başka bir noktaya taşımıştı. Kendisinin daha sonra izlediğim bir iki filmi genel anlamda yönetmenin sinemasına bir aşinalık kazanmamı sağlamış olsa da Der Himmel über Berlin'i izleyene kadar hiçbiri bana bir kez daha öyle hissettiremedi.
Estetik ameliyatı olmamış haliyle keşke daha fazla sayıda "izlenebilir" filmde yer almış olsaydı diye düşündüğüm Meg Ryan'ın, Nicolas Cage ile başrolünde yer aldığı City of Angels'ın kendisinden uyarlanmış olması dolayısıyla filme aşina olacağımı düşünmüşsem de hikayenin belli noktalarda ortak olmasından bağımsız olarak, o hikayenin işleniş şekliyle -elbetteki sinema dili farklılıkları- bambaşka bir film Der Himmel über Berlin. Sadece, filmde Nick Cave & the Bad Seeds'i The Carny'yi söylerken görmenin verdiği büyük keyifle bile benim için kendisine çok özel bir yer edinen, monologlarının şiirselliği haricinde de bir şiirselliği yakalamış güzel bir film Der Himmel über Berlin.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,