11 Aralık 2009 Cuma

15. Gezici Film Festivali


10 Aralık Perşembe günü, festivalin Ankara'daki son gösterim günüydü. Batı sineması da böylece dün kapanmış oldu. Tüm kusurlarına rağmen çok güzel bir salondu gerçekten Batı, ama malesef ki onlarda kalmadı artık. Zaten başkent dediğimiz şu Ankara'da kaç tane doğru düzgün sinema salonu var ki?

Festivale dönersek;

İlk gün bir karmaşa vardı aslında salonda. Koltuk sıraları, numaraları belli değildi. Sıralar falan biririne girmişti ama bu benim işime yaramış oldu. Yerim dolu olduğu için, perdeyi tam ortadan gören en arkadaki harika iki koltukla bu sayede tanışmış oldum. Koltuklarla manevi bir bağ kurmuş sayılırım, nedense çok sevdim orayı. Daha sonraki filmlere bilet alırkende oradan almaya karar vermiştim ancak, oraya bilet satılmadığını öğrenince, formaliteden herhangi bir yerden bilet alıp erkenden salona girip oraya oturmaya başladım.




Koltukları bir kenara bırakırsak, ilk gün Zeki Demirkubuz'un yeni filmi Kıskanmak'ı izledim. Açıkçası filmden oldukça fazla şey bekliyordum. Belki de bu nedenle, benim için ilk başta bir hayal kırıklığı oldu film. Yani beklentimin oldukça altındaydı, ama beklentim oldukça yüksekti. Daha sonra film hakkında düşündükçe, aslında biraz abarttığımı, filmin o kadarda kötü olmadığına karar verdim. Baktığımızda, roman uyarlaması olmasının, özelliklede 1946 yılında yazılmış bir roman olması, hem dil açısından bir ağırlık getiriyor diyaloglara, hem de uzunluk açısından. Bazen sanki, oyuncular bir çırpıda söylemeye çalışırken diyalogun altında boğuluyor gibi oluyordu. Büyük bir eksiklik olmasada kulakları tırmaladığı da oldu bu durumun. Hikaye klasik olsada klasik Zeki Demirkubuz özellikleri vardı tabiki filmde. Benim en çok dikkatimi çeken, bir evde yaşayan insanların arasındaki iletişimsizlik ve soğukluktu. Ancak genel itibariyle, Zeki Demirkubuz'un filmografisinde arkalarda kalacağını düşünüğüm bir film oldu Kıskanmak.

Film sonrası Nergis Öztürk söyleşisi vardı, kendisinin, sorulan sorulardan birine verdiği cevap oldukça dikkatimi çekti;
"Ben film ve karakterler hakkında sizin kadar düşünseydim, bu rolü oynayamazdım."



Daha sonraki gün Michael Moore'un yeni belgeseli Capitalism : A Love Story'i izledim. Michael Moore'un o sivri mizahının bolca yer aldığı filmde, birçok şeyi öğrenmenin yanı sıra, bildiklerimizi de pekiştirmiş olduk. Ancak biraz dağınıktı film, en azından bana öyle geldi. Ancak yine de güzel bir filmdi. Oscar'da aday gösterilmemesinin eleştirilmesinin kesinlikle haklı olduğunu da görüş olduk. (Oscar elbette belirleyici bir şey değil, ancak kabul etmeliyiz ki sinema adına önemli bir şov, gösteri. Çoğu zaman eleştirsemde izlemeye devam ediyorum sonuçta. Neyse, üzerine söylenecek çok şey var onunda.)



Akşam İnan Temelkuran'ın Bornova Bornova'sını izledim. Uzun planların olduğu, ancak buna rağmen görselliğin değil diyalogların daha ön planda olduğu, normal bir hikayeden hoş bir film çıkarmış İnan Temelkuran. Üzerine söylenecek çok fazla şey yok bence, güzel filmdi demekten başka. Film sonrasında, söyleşi vardı ve katılmayı çok istiyordum fakat, İki Dil Bir Bavul diğer salonda başlamak üzere olduğu için ve programı o kadar incelememe rağmen mantıksız bir bilet alımı yaptığım için, söyleşiye katılamadım.



İki Dil Bir Bavul bir belgesel drama. Ağır ilerleyen bir film, ancak, konu hakkında bilgisi olan insanlardan çok, konuya yabancı, Kürtler hakkında, doğu ve güneydoğu anadolu hakkında pek bir şey bilmeyen insanlara yönelik daha çok. Bence çok daha güzel bir film olabilirmiş. Film sonunda, yönetmenlerden Özgür Doğan, 70 saatlik görüntünün içerisinden çıkardıklarını söyledi bu 81 dk.yı. Bu da ilgimi çeken bir detay oldu. Özgür Doğan film bitipte perdenin önüne çıktığında ilk olarak, bu tarz filmi nasıl çektiklerine dair detaylardan bahsetmenin yanı sıra önyargı üzerine birkaç cümle kurdu. Kürtlerin Türklere karşı, Türklerin Kürtlere karşı önyargısından, aslında tüm insanlığın kendi içindeki ayrıştırma önyargısıydı bu, sen Kürtsün sen Türksün sen Ermenisin vs vs gibi. Daha sonrasında ise salon biraz gerildi, söyleşi başladığında salondan kimse ayrılmamışken, 5-10 dk. sonrasında salonun yarısı boşaldı. Ve bu sayede, Özgür doğan'ın bahsettiği o önyargıyı net bir biçimde gördük, hem seyircinin önyargısını ve analiz edebilme yoksunluğunu, hem de yönetmenin. Hoş salonda tam bir ayrışma oldu, benim gibi başka bunu düşünen ve gören oldu mu bilmiyorum ama durum böyleydi.

Pazar ve Pazartesi günleri gösterimlere katılamazken, en çok Uzak İhtimal'i izleyemediğime üzüldüm açıkçası. zira kendileri, festivalden önce programı incelerken, mutlaka izlemem gerekiyor dediğim 3 filmden birisiydi. Neyseki diğer iki filmi, sınırlarımı zorlayarak gidip izledim; Burada ve 11'e 10 Kala.



Salı günü akşam, koştura koştura gittiğim, Here (Burada) filmi izlediğim filmler içinde en farklı filmlerden biriydi. Film başlarkende salon pek dolu değildi fakat, film sırasında da baya insan filmden çıktı. Hazmı oldukça zor bir filmdi yani. Ama benim festivalde en beğendiğim iki filmden birisi kendisi oldu, şimdi yana yakıla kendilerine ulaşıp, elimin altında bulundurmayı bekliyorum.



Here bittikten sonra yine diğer salona geçerek 11'e 10 Kala'yı izlemeye koyuldum. Son yıllarda izlediğim en iyi yerli filmlerden birisiydi kendileri. Bu kadar güzel bir hikaye, bu kadar güzel insanlar, çok hoş detaylar... Gerçekten hayran kaldım. Her ne kadar sonu az çok tahmin edilebilir olsa da filmin, final sahnesi hoştu. Diyaloglar, alt metinler hepsi ayrı ayrı güzeldi.

Film sonunda yönetmen Pelin Esmer ve ortak yapımcılardan olan kardeşiyle söyleşi vardı. Söyleşinin başında 11'e 10 Kala bitirmek hesaplanmıştı espri olarak ama 11'i buldu söyleşinin sonu:)

Tüm filmleri gidip izlemek istemiş olsamda, bu kadar filmle yetinmek zorunda kaldım. Güzel bir festivalde böylece geçmiş oldu. Bundan sonraki festivallerde daha güzel görsellerle, daha ayrıntılı notlarla, kısacası gerçek bir sinema blogu olarak yer alacağım.



sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla;:,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses