Honest Trailers serisi içerisinde Memento'nun *dürüst fragman*ında Nolan, "Michael Bay'in hayatında bir kitap okumuşlar için olanı" diye tanımlanıyor. Her ne kadar biraz fazla ağır olsa da, ilk duyduğum günden beri eğlenerek katıldığım bir değerlendirme bu. Zira Nolan'ın filmleri kadar, fazla heyecanlı hayran kitlesi de kendi konumunu belirleyen şeylerden birisi ki bu sebeple, yeni filmine dair herhangi birisi olarak herhangi bir not düşerken kendisine nereden baktığımı belirterek başlama gereği duyuyorum. Kendisinin neredeyse her filmi kendi başına bir popüler kültür olayına dönüşürken bugün salona girmeden önce hangi filmini "en çok" sevdiğimi, hangisini dönüp dönüp izleyebileceğimi düşündüm ve fark ettiğim Nolan'ın yönetmen olarak standart bir deneyim sunduğuydu. Yani elbette birini diğerine tercih edeceğim filmleri var ama genel itibariyle herhangi bir filmi aklıma geldiğinde durduk yerde gülümsemiyorum; çünkü hepsi ortalama üstü bir *kaçamak sineması* -nasıl ama escapist sinema için?- deneyimi sunan teknik açıdan kendini kanıtlamış bir yönetmenin ürünleri. Yani çoğunlukla sürükleyici ve genel olarak kofti bir entelektüellikle süslenmiş anlatılar sunuyor. Ama nihayetinde yeni filmi vizyona girdiği gün Night on Earth de -garip biçimde- vizyona girmiş olmasına rağmen, çok sevdiğim bir filmi sinemada izleme imkanını erteleyip önceliği kendisine veriyor muyum? Evet. E o zaman niye konuşuyorum? Çünkü birazdan çok klişe bir kalıp kullanabilirim Nolan'ın bu filmde yaptığı şeyi tanımlarken, ve bunun, sözcüğün cılkı çıkartılarak yanlış biçimde kullanımından ileri gelmediğini söyleyerek en azından içimi rahat ettirmeliyim. Bir de sonuçta Nolan'ın böylesi finansmanları sağlayıp bu prodüksiyonlarla gelebiliyor olmasının temel sebebi çektiği filmlerin "çok iyi" olması değil, kar etmesi/ettirmesi durumu. Yani kutsayan kitleyle sürüp giden bir gerçeklik olduğu kadar o kutsamanın nasıl geldiği gibi sorularla dönüp dolaşan, önü başı karışan bir tartışma bu ve Nolan'ın bugünün sinema dünyasında bu derece etkili oluşu konusunda yeni bir şey söylenemeyecek hale gelene kadar tekrarlanması gerekiyor bence bu tartışmanın.
New Yorker'ın Richard Brody'si, Nolan görsellerine o kadar güvenseydi alta Zimmer'ın o müziklerini ve koltuk zangırdatan bassları böyle dayar mıydı diye soruyor haklı biçimde. Film boyu benim de dikkatimi çeken şey; popüler sinemaya göre karakterlerin hayli sessiz kaldığı, ve izleyicinin anın doğrudan bir parçası yapılmaya çalışılmış bir film için haddinden fazla olarak görselden çok müzikle filmin parçası olduğumdu. Bu, elbette illa olumsuz bir özellik kabul edilmek durumunda değil, zira film hedeflediği şeyi başarıyor. Özel olmamakla beraber akıllı bir kurguyla farklı zaman dilimlerine aynı anda, sıra gözetmeden odaklanıyor Dunkirk. Seyirciyi koreografik sahnelerin içerisine mümkün olduğunca çekme başarısı basit bir "orada olma" deneyimi sunmanın ötesinde, zira bugüne kadar birçok savaş filminin cepheye vahşetle girerken hep ıskaladığı şeyi başarıyor film: savaşı hissettirmek. Düşmanı, "düşman" olarak bırakarak, Churchill'ı konuşturmayıp onun "ilham vericiliği" ve halkın "kahramanlık" algısıyla gerçekliğin çelişkisine odaklanarak, melodramaya çok yatkın mevzusunda duygulanımın cılkını çıkarmadan ve kamerasının kamera olduğunu hissettirmeden kotarıyor bunu. Kameranın kullanımındaki bu ince çizgiyi yakalamak -yani ne bir Fincher filmindeki gibi hareketiyle varlığını konuşturan bir kamera karakteri ne de seyirciyi sanki orada bir karaktermiş gibi hissettirmek adına kamerayla özdeşleştirme hali- ne kadar Nolan'ın ne kadar Hoyte Van Hoytema'nın etkisiyle bilemiyorum -tıpkı kurguda ve müzikte olduğu gibi- fakat hayli başarılı olduğu gerçek.
Filmografisinde genel biçimde çelişkilere odaklanma durumu olsa da Nolan'ın, daha önce filmleri sanki fark edilme telaşı varmış gibi fazla bağırıyor, lüzumsuzca gürültü çıkarıyordu. Mesela genellikle "karmaşık" olduğu iddia edilen senaryoları "zorlayıcı" olmaktan ziyade bu hissi veriyordu bana: *buradayım, beni görün* Oysa Dunkirk, "katharsis müziği" diye isimlendirebileceğimiz film müziğinin -ya da score'un- devreye girişinden itibaren biraz yalpalasa, en azından bu bölümlerle beni rahatsız etse de savaş deyince akla gelen umarsızlığın, gerçekle bağdaşmayan nutukların, insan ve grup olma halinin net biçimde yansıdığı boğucu bir film. "Anlatının politikası hoşuma gitmese diğer Nolan filmlerinin ötesinde över miydim" sorusu, Dunkirk'e bir film olarak bakış açımı değiştirebilirdi, ama bu politikayla beraber gelen yaratıcı tercihleriyle, tekniği üzerinde yükseliyor Dunkirk. Tam da bu yüzden, Bilge Ebiri'nin söylediği gibi; Dunkirk, Nolan'ın yapmak için doğduğu film, yani *standart* gördüğüm filmografisi içerisinde ben kişisel favorimi buldum.
önceki film denemesinde ne abartmışım riley keough övgüsünü yalnız, şimdi fark ettim. ama bir dunkirk posteri abartması -"bugünü şekillendiren olay"- kadar mı? mümkün değil!
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,