24 Haziran 2015 Çarşamba

Mad Max: Fury Road


Interstellar üzerine birkaç şey yazarken "bu derece etki yaratan, konuşulan filmleri mümkün olduğunca geç" izleme kararıma ilk ters düşecek filmdi Mad Max: Fury Road. Çünkü serinin önceden beri takipçisi ve severi bir izleyici olarak, öncelikle, kendisinin bu kadar fazla ses getireceğini şahsen tahmin etmiyordum. Ama bunun da ötesinde, Mad Max serisine yama değil, orijinal bir yeni film gelirken heyecanlanmamak ve izlemeyi ertelemek mümkün müdür? Fakat blogdaki hareketsizlikten de anlaşılacağı üzere yoğun bir döneme denk geldi -öyle ki "sonrası" etkileri hala blogda devam etmekte- ve ancak bu zamana kaldı. 

Mad Max: Fury Road için en başta söylenmesi gereken şey, kendisinin gerçekten bugünün Mad Max filmi olduğu. Zira yine George Miller çekiyor olsa da bugünün benzer konulu filmleri düşünüldüğünde Mad Max'ten ne kadar eser kalacağı bence önemli bir soruydu. Petrol mücadelesinden suya geçiş yapan ve dikkatlerden kaçıyor olmakla göze yanlış biçimde sokuluyor olma arasında gidip gelen, insanlığın aşamadığı problemlerinden patriarşiyi ana gövdesine alan hikayesiyle bugüne daha fazla yakışamazdı sanıyorum ki Mad Max. Aynı zamanda Max'in bencil/umursamaz tavrının bir noktada kendini başkalarıyla beraber hareket etmeye ister istemez götürmesi, bu süreçte Max'in ne baş aktör ne figüran olması ve kefaret isteği tonlarıyla, hayran bırakan mekanik ögeler ötesinde de seriye bağlı kalmasıyla bu değişim içerisinde ruhunu kaybetmiyor film. Filmi, serinin hali hazırda severlerine de kendini bu derece sevdirebilmesinin esas sebebi bu, en azından benim için öyle, yoksa istediğiniz hikayeyi muazzam işçiliği olan teknik beceriyle ve yine ilginç karakterlerle anlatın, bu coşkuyu o ruh olmadan mümkün değil yakalayamazsınız. Bu noktada getirebileceğimiz tek eleştiri belki aşırı renkli olması olabilir, fakat dünyasal renklerden çok fantezi-vari renklilik de filmin görselliğini geleneksel anlamda bozsa da ciddi bir zarar bıraktığını, bu örnek özelinde, düşünmüyorum. Donuk, seriye sadık sinematografiyi buna tercih ederim her durumda, fakat şimdiki halinin yerden yere vurulmayı hak etttiğini düşünmüyorum. 


Ama tüm güzel sürüş hissine, eğlencenin iyi ayarlanan dozuna rağmen filmin abartılması noktasının şahsen problem arz ettiğini düşünüyorum. Nihayetinde, filmi beğenen ya da beğenmeyen birçok insanın filmin "hikayesiz" olduğunu söylediği bir noktada, övgünün ayarını kaçması değerlendirme açısından sorun çıkaracaktır. Öncelikle, filmin kısıtlı ve basit bir hikayesi olması ve bunu hayran kalınan stunt sekansları arasında anlatıyor olması günümüz anlatım eğilimlerinin getirdiği bir şey değil, Mad Max hep böyleydi ve böyle olduğu için sevildi. Kaldı ki şu haliyle John Ford'un Stagecoach'unun modern hali gibi duruyor resmen film. Zira basitçe aksiyon sekanslarının ard arda geldiği filmlerden oluşmuyor bu seri, Max'in baş karakteri oluşu kadar ikinci planda her seferinde kalışının esas sebebi yalnızca diğer karakterler değil, tüm bu bileşenlerin beraberce oluşmasını sağlayan atmosfer. Kıyamet sonrası temasını bu yüzden de Mad Max kadar iyi işleyebilen yapıt çok az, öncüllerden olması ötesinde bunu alımlayıcısına hissettirebiliyor olması, anlatısını sunduktan sonra omuzlardan tozu atma isteğini refleks olarak hatıra diye bırakabiliyor olması bu seriye "efsane" statüsü veriyor. Bu etkileyiciliğe de dürüstlüğü sayesinde ulaşıyor. Artık CGI sinemanın vazgeçilmez bir parçasıyken bu teknolojik gelişim ve kolaylığı bir araç olarak kullanmayıp her şeyi bunun üzerine diken filmlerden bıkmışlığın göstergesi oldu bu açıdan bence Mad Max: Fury Road'un gişe başarısı. Evet, o takip sahneleri oluyor, evet şunlar bunlar patlıyor ama bunların neredeyse hepsi bir stüdyoda yeşil perdenin önünde oluyorsa o zaman anlatıcının dürüstlüğü nerede kalıyor? Özel efektlerin makyajı sağladığı, araçların ve stuntların gerçek, uzun bir sürede planlandığı bir film olması ötesinde patlamanın hemen ardından gayet rahat bir yüz ifadesiyle karizmatik biçimde yürüyen *kahraman*ların anlatılmadığı bir film olması Mad Max: Fury Road'u özel yapıyor. 


Filmden sonra çekimlerin detaylarına, belli sahneleri nasıl kotardıklarına, savaş müziğine yeni bir soluk getiren gitarlı elemanın hikayesine, yani filme dair bulunabilecek her bir kırıntıya insanın ilgisinin kaydığı başka bir mesai başlıyor. İşte ben de şimdi o detay yığınında kaybolmaya gidiyorum, çünkü nihayetinde, ne söylenirse söylensin, seriye bağlı olan insana iki söz yetiyor: Mad Max. 

Son bir nota ihtiyaç var: kendisini feminist diye niteleyen birisi olarak, Mad Max: Fury Road feminist mi değil mi tartışmasını kısaca yapıp geçtikten sonra filmin önümüze önümüze ittiği konulara bir daha film üzerinden değinsek ya, böylece verimli bir tartışma alanı daha stereotiplere kurban gitmese? Nasıl olur?  

bari şu filmden sonra düzgün baskılarla, bol ekstralı bir setini çıkarsalar mad max'in, artık teneke kutuda vanilya baskılardan daha fazlasını hak etmiyor mu? 
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;, 

14 Haziran 2015 Pazar

While We're Young


İsmini, final jeneriği akarken bir duvara resmedilmiş graffiti olarak görüyoruz en sonda: ama güvenemiyor insan. Acaba var olan bir graffitiyken isim için ilham mı olmuş, film sayesinde orada var mı olmuş yoksa duvarda hiçbir şey yokmuş da bilgisayarda birkaç fare darbesiyle var gibi mi olmuş? Film de bu belirsizlikler üzerinden özünü kurarken daha fazla anlam kazanıyor jenerikle beraber isme dair ortaya çıkan bu önemsizmişcesine duran fakat samimiyeti kuran tartışma. Nokta aynıyken ona nasıl gelindiği; bir anda tek bir kalem darbesiyle mi, yanlışlıkla yazılmış bir iki harfin üstünün karalanmasıyla mı, ufakca not edilmiş tahminvâri notların uçurulmasıyla mı yoksa cümlenin nerede duracağını başından beri bilerek mi? Filmin tartıda belli belirsiz bir tarafa kayan son önerisi çok da önemli değil açıkçası bu aşamada, zira bu tartışmaya bir zemin kuruyor olması filmi ortaya çıkartan. Ama ne kadar fark edebilir zaten değil mi: biz gençken, hali hazırda gençken, hazır gençken, gençken, geç mi gençlik, geçti o zamanlar ya da gençlik miti; ne farkeder yani? 

Woody Allen'ın ikinci göbekten akrabasıymış hissi veren Noah Baumbach, bir kez daha "orta-üst sınıf çelişkileri"ne dair ortalama bir Amerikan bağımsızıyla geliyor. Birçok izleyicinin aksine ben bunu övgü olarak kullanıyorum tabii. Zira Baumbach kadar dişe dokunup da kanatmadı ki diye kötülenen bir diş fırçasını anımsatan yönetmen bilmiyorum ben son dönem Amerikan sinemasında. While We're Young da bu anlamda tam bir Baumbach filmi. Ortalama film süresi olarak akıllara yapışmış o doksan dakikanın sonunda kendimi birkaç saattir filmi izliyormuş gibi hissetmem filmin yuvarlanış ve oynayış şekline bağlanıp "yorucu" sıfatı kendisi için uygun görülebilinir; fakat tıpkı Frances Ha'da da olduğu gibi ziyadesiyle önemsiz görünmesine rağmen insanların yaşamını o veya bu biçimde belirleyen endişeler etrafında dönüyor While We're Young, ve bu, saatleri dolduruyormuş hissi veren bir tartışmayı anımsatıyor kaçınılmaz olarak. Güzellediğim doğrudur, ama Baumbach filmleri bu eşeleme olmadan kendi değerlerine ulaşamıyormuş gibi geliyor bana, o yüzden çabayı şahsen hoş karşılıyorum. 

While We're Young'ın bir noktada umursamamaya bağladığı başarı ile olan insan ilişkisi ya da tablonun o imrenilen haline nasıl ulaşıldığı konusunu şahsen fazlasıyla önemiyorum. Çünkü dürüstlük sözcüğü gayet yüzeysel biçimde kullanılırken asıl anlamını kaybediyor gibime geliyor. Çocukca ifadesiyle basit bir yalan söyleme meselesi değil bu; bireyin kendisiyle olan ilişkisinin çevresine, ve dolayısıyla dünyaya yansıma hali. Çünkü kendini ifade etmenin gerçekliğe uygunluğu ile doğru söyleme arasında ciddi bir fark var, tıpkı yukarıda filmin isminin farklı biçimde Türkçeleştirilmelerinde olduğu gibi. Bu durumda aslında başa tekrar dönüyoruz: başarı mı süreç mi kıyaslamasının kendisi zaten sonuca odaklamıyor mu insanı? Hikayenin bu ayrımı vurgulaması gelgitli kargaşası içerisinde ayrıca önem kazandırıyor tartışmaya. Fakat "gençliğe" bağlanan sıkıntının doğası noktasındaki argümanın, gençlik mitini öne çıkararak zaman içerisinde meydana gelen değişimlerle kendisini meşrulaştırmaya çalışışını pek yerinde olmayan bir final gibi görüyorum. Yani filmin son cümlesine katılmamaktan ziyade filmin bir son cümleye ihtiyacı olup olmadığından şüpheliyim; zira tüm filmin üzerine olduğu şey Baumbach'ın filmografisinin de özeti: sadece gülümse kendi kendine, sen sensin. Klişeyle doğruluğun kesişmediğini kim söylemişti ki? Yalnız hatırlatmakta fayda var: burada bahsettiğim tüm diğer fark ve ayrımlar gibi, kendini-iyi-hisset filmleriyle bir tartışma ve basit endişe üzerinden gelen diğer filmlerin belli cümleleri kullanmaları arasında ciddi bir fark var, ve While We're Young'ın bir Baumbach filmi olarak değer kazanıyor olması tam da buna bağlı.      

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses