15 Ağustos 2012 Çarşamba

This Must Be The Place

Pavese'nin Yaşama Uğraşı deyişi çok hoşuma gider, o çaresizliği-bıkkınlığı anlatmak adına en güzel ifadelerden birisidir. Tabi bıkkınlık için çok tekrara gerek yok, ya da fazla probleme; uğraşmak sadece yani hepimizin yaptığı, yeterli. O kadar hızlı ki yaşam zaten, o kadar sıkıştırmışız ki hiç zaman yok, kalmıyor. Çünkü boşluk etrafı çevrili olmadığı sürece mevcudiyet bulmuyor, kıstırılamadığı sürece zaten boş olmuyor.
  
Cheyenne: Sorun ne biliyor musun, Rachel? Hayatım nasıl olacak acaba denilen yaştan, malesef hayat böyle, denilen yaşa gidiyoruz. 
***
Cheyenne: Ölmenin çok farklı çeşitleri var. En kötüsü, yaşamaya devam etmek. 

Ortalama bir sinema izleyicisinin herhangi bir sinema muhabbetinde söylemeden geçmeyeceği şeylerden birisi, Yahudi soykırımı konulu filmlerden duyduğu bıkkınlıktır sanırım, genellikle "yeter" kelimesi mutlaka bu ifadeyle beraber kullanılır, ben içimden dalga geçerek yeter derim, onlar bahislerini yeter diyerek güçlendirirler. This Must Be The Place için de uzun zamandır görmediğime memnun olduğum benzer cümleleri okuyunca şaşırdım açıkçası, çünkü filmdeki soykırım ögeleri tarihi hesaplaşmalardan/referanslardan ziyade metaforik anlamlar taşıyor.

Hissini kaybettiren bir-iki sekansı sebebiyle sanki biraz dağınıkmış gibi gelse de hikayesini eksiksiz-fazlasız işleyen, şiirsel karakteri sayesinde etkileyici diyaloglara sahip, yaşadığımız zamanlara uygun düşen ve dinlendirildikçe daha da güzelleşen sürükleyici bir yol filmi This Must Be The Place. Ayrıca filmin Mary'sinin sevmediğim Bono'nun kızı olduğunu öğrenince şaşırdım.



Kendim için rahatlıkla Sean Penn hayranı diyebilirim, ama hayran kavramının herkese aynı şeyler ifade etmiyor olması nedeniyle tam istediğim şeyi aktarabilmiş olamam malesef. Politik aktivistliğinin bazen oyuncu/yönetmenliğinin önüne geçmesi sebebiyle aşırı tepkiler alabilen birisi Penn, filmi izlemeden önce bazı İngiliz sitelerinde baktığım yorumlarda da bunu rahatlıkla bir kez daha gözlemledim. Öyle ki, işi bu filmi kötü yapan tek şeyin Sean Penn'in oyunculuğu olduğunu söylemeye kadar götürenler bile olmuş. -Malum Falkland Adaları mevzusundaki görüşlerini açıkça söylemesi pek hoş karşılanmamış anlaşılan İngiltere'de.- Tüm bunlar bir yana, her filminde sadece sesinden tanınabilinecek derecede fazla belirgin/değişmez bir ses tonu ve konuşma biçimi olmasına rağmen ben çağının en iyi oyuncularından birisi olduğunu düşünüyorum kendisinin. This Must Be The Place'te de yine bunu göstermiş. Sean Penn'e ayrı bir paragraf açmadan geçmek istemedim açıkçası. -Ayhan Sicimoğlu'nun kulakları çınlayacaksa- Hastasıyız.

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses