18 Haziran 2010 Cuma

I Vitelloni

Moraldo yalnızdı evet, ama kimsesiz değildi. Zaten Moraldo'yu kendisi yapan şey de buydu, aynı zamanda bunun farkında olmasıydı elbet. Gitmek bir dert ama bir tutku ama bir de zorunluluktu sanki. Peki ya nereye? "Hoşçakal" demekle biter miydi her şey? Ya da bir gün geri dönmek ister miydi, istese dönebilir miydi veya dönebilse aradığını bulabilmiş olur muydu? Soruları sormak, sanılanın aksine kolay değildi, çünkü farketmek gerekiyordu, yaşamı ve nereye gittiğini, nereye gideceğini, bilineceğini. Bowie acıdığını hissederek ve acıtarak sesleniyordu Space Oddity'de "Can you hear me Major Tom?" diye. Peki Moraldo kime seslenecekti? Hem seslense bile mühim olan duyulmak değil miydi, ki zaten seslenmek sadece formalitemsi bir incelik değil miydi? Hayır, hayır söyledim kimsesiz değildi ama yalnızdı. Bayağılaştırılmamış bir yalnızlıktı, seçimliydi ama alternatifleri var mı o da tartışılırdı hani. Bir trendi, yavaşça ilerleyen, tüm yolu sana hissettiren, düzeneği zihnin içine işleyen bir sese sahip, güzel bir metal yığınıydı 'umut', bozuk bir radyo gibi olamazdıki insan, istediği zaman açılan, istediği zaman kapanan, frekansları iç içe geçmiş olan. O bozuk radyo 'umut'tu, fakat Moraldo başka bir şeye yüklemişti, başka bir şeye yüklenmişti ve tüm 'umudunu' bir trenden çıkartacaktı. Tren duracak, insanlar inecek, sonrasında tren hareket ederken camdan sarkarken, istasyonda yakınlarına el sallayan ve ağlayan insanlar bunu kendisi için yapıyor zannedecekti, bir şey acıyacaktı içinde, tutuşan saçlarını söndürmeye çalışırcasına sallayacaktı ellerini, ama zihni çok kararmış olacaktı, trenin dumanından. 

Sadece Moraldo'nun hikayesi değildi elbet film. "Aylak Dana"larındı film, hergün sokakta oradan oraya geçenlerin, geçtiği yerlere aşina olupta, oraları tanımayanların filmiydi. Bir zihnin, hafızayla iki kişilik oyunuydu. Uzun diyaloglar yoktu ama, bazı şeyler söylenmeden ve bilinmeden yer ediyordu, çünkü hissetmek böyle bir şeydi. Hafıza zihne sızıyordu, zihin hafızaya karşı koyamıyordu ve tüm hisler iç içe geçiyordu, en uç sevgiler en yakın ekşitenler, nefes almayı izleyen nefes vermeler, akılda Bowie'nin "All the Madmen"inden melodiler, cümleler.

Kendini hazırlamak diye bir şey yoktu sancılar karşısında, çünkü sancıması doğasında olandı, hafifçe başlayıp inleterek biten bir melodi duyulmalıydı ruhun içinde, ve tabi "işler atom reaktörleri, işler"idi. Yoldaşlar kaybolsa da bulunurdu bir kitap, bir film ve bir satır, bir melodide. 

Beklemek, beklenenin olmasına yeğdir, "Aylak Danalar" için. Ve bir köprüyle, şehirle, yazarla, şairle, yel değirmeniyle, sesle, anla, sokak lambasıyla, bankla, içecekle, yeşilin sardıklarıyla arkadaş, yoldaş olmalı insan, bir yerden kendisini bırakabilircesine hissederken kendini, oradan bırakmamasıdır çünkü umutlu olmak ve bir süre sonra umudun kendisi olmak. Moraldo'yu bulmaktır, eşiklerde. Leopoldo gibi çırpınmaktır bazen, karaladıkları ardından, karaladıkları için. Fausto'nun iç güdülerini adiliklere çevirmesi gibi yenik düşmektir bazen. Riccardo gibi sancımaktır, Alberto'yu unutarak. Ve içinde barındırmaktır, hisleri, düşünceleri.


                                                                                








Boşa değildir; "Roma. İsa'dan önce Fellini'den sonra" demek. Filmin son sahnesinde Moraldo'nun hoşçakal deyişi üstüste iki kez dublajlanırken, diğer "hoşçakal"ı Fellini söyleyerek filme otobiyografiksel bir yan da katmış. 

Film afişi ise bambaşka bir konu. Belli dönemlerde hep dünya sinemasındaki afişleri inceleme - araştırma işine kalkışıp sonrasında bir şekilde unutmuşumdur. Ama I Vitelloni, araştırma - inceleme işini fazla ertelememem gerektiğini hatırlattı. Öyle bir afiş ki, benim için dünya sinema tarihindeki en iyi film afişlerinden birisi kendisi.

Aylaklığıma ithafen dinleyin, Gogol Bordello'dan "Through The Roof 'N' Underground"


sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla;

0 tepki:

Yorum Gönder


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses