26 Haziran 2010 Cumartesi

There's a Big / a Big Hard Sun


Beklediğim, hayatın durgun akışı değil, hareketti. Coşku, tehlike, duygulanmak için hareket istiyordum. Durgun yaşantımızda harcanmayan enerji fazlalığı vardı içimde.*

*Lev Tolstoy, aile mutluluğu

--

Başıboş olmanın bizi her zaman heyecanlandırmış olduğu inkâr edilmemeli. Bu kavram zihnimizde geçmişten ve baskıdan, kanun ve usandırıcı yükümlülüklerden kaçışla birlikte, mutlak bir özgürlükle de ilintilenmiştir. Ve tüm yollar her zaman batıya çıkar. *

*Wallace Stegner, bir yaşam alanı olarak amerika'nın batısı

--

En nihayetinde kimseye borcu yoktu ve anne babasıyla akranlarının boğucu dünyasından azat olmuştu. Onların tecrit, güvenlik ve maddi erişim dünyasından... Varoluşun ham nabzından koptuğunu acı içinde hissettiği yerden artık uzaktı.*

*Jon Krakauer, into the wild

--

Kimsenin dikkatini çekmiyordu, mutluydu, yaşamın vahşi kalbine yaklaşmıştı. Yalnızdı, gençti, başına buyruk ve yabanıl yürekliydi. Sert havanın ıssızlığı, acı sular, denizden gelme kabuklar ve yosunlar ile perdelenmiş kurşuni günışığında bir başınaydı.* 

*James Joyce, sanatçının bir genç adam olarak portresi


Chris, hayatı namına koşması gerekirse diye asla sırtına taşıyabileceğinden daha fazlasına sahip olmamaktan yanaydı.*

*Walt McCandless

--

Çok okuyordu. Büyük laflar ediyordu. Başına gelenlerin nedenlerinden biri, bu düşünme işine çok fazla kaptırmış olmasıydı belki. Bazen dünyayı anlamak, insanların neden birbirlerine bu kadar kötü davrandığını çıkarabilmek için kendini çok zorluyordu. Birkaç kere, bu tür şeylere çok fazla dalmanın hata olduğunu söyledim. Fakat Alex kafasını bu konulara takmıştı bir kere. Bir sonraki adımı atmadan önce, mutlak doğru olan cevabı daima bulması gerekiyordu*

*Wayne Westerberg


"...Artık yabana doğru yürüyorum. Alex"


Alex, en yakın dostum ve yoldaşım benim. Onun için, onu anlatmaya çabalayarak söylenecek o kadar çok şey varki! Ama Martin Gore'un(*) yazdığı ve Dave Gahan'ın(*) söylediği o muhteşem şarkı "enjoy the silence" diyor, yani "sessizlikle eğlen.", daha güzeli olabilir miydi?

*Depeche Mode


başlık; eddie vedder, hard sun

sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla;,

18 Haziran 2010 Cuma

I Vitelloni

Moraldo yalnızdı evet, ama kimsesiz değildi. Zaten Moraldo'yu kendisi yapan şey de buydu, aynı zamanda bunun farkında olmasıydı elbet. Gitmek bir dert ama bir tutku ama bir de zorunluluktu sanki. Peki ya nereye? "Hoşçakal" demekle biter miydi her şey? Ya da bir gün geri dönmek ister miydi, istese dönebilir miydi veya dönebilse aradığını bulabilmiş olur muydu? Soruları sormak, sanılanın aksine kolay değildi, çünkü farketmek gerekiyordu, yaşamı ve nereye gittiğini, nereye gideceğini, bilineceğini. Bowie acıdığını hissederek ve acıtarak sesleniyordu Space Oddity'de "Can you hear me Major Tom?" diye. Peki Moraldo kime seslenecekti? Hem seslense bile mühim olan duyulmak değil miydi, ki zaten seslenmek sadece formalitemsi bir incelik değil miydi? Hayır, hayır söyledim kimsesiz değildi ama yalnızdı. Bayağılaştırılmamış bir yalnızlıktı, seçimliydi ama alternatifleri var mı o da tartışılırdı hani. Bir trendi, yavaşça ilerleyen, tüm yolu sana hissettiren, düzeneği zihnin içine işleyen bir sese sahip, güzel bir metal yığınıydı 'umut', bozuk bir radyo gibi olamazdıki insan, istediği zaman açılan, istediği zaman kapanan, frekansları iç içe geçmiş olan. O bozuk radyo 'umut'tu, fakat Moraldo başka bir şeye yüklemişti, başka bir şeye yüklenmişti ve tüm 'umudunu' bir trenden çıkartacaktı. Tren duracak, insanlar inecek, sonrasında tren hareket ederken camdan sarkarken, istasyonda yakınlarına el sallayan ve ağlayan insanlar bunu kendisi için yapıyor zannedecekti, bir şey acıyacaktı içinde, tutuşan saçlarını söndürmeye çalışırcasına sallayacaktı ellerini, ama zihni çok kararmış olacaktı, trenin dumanından. 

Sadece Moraldo'nun hikayesi değildi elbet film. "Aylak Dana"larındı film, hergün sokakta oradan oraya geçenlerin, geçtiği yerlere aşina olupta, oraları tanımayanların filmiydi. Bir zihnin, hafızayla iki kişilik oyunuydu. Uzun diyaloglar yoktu ama, bazı şeyler söylenmeden ve bilinmeden yer ediyordu, çünkü hissetmek böyle bir şeydi. Hafıza zihne sızıyordu, zihin hafızaya karşı koyamıyordu ve tüm hisler iç içe geçiyordu, en uç sevgiler en yakın ekşitenler, nefes almayı izleyen nefes vermeler, akılda Bowie'nin "All the Madmen"inden melodiler, cümleler.

Kendini hazırlamak diye bir şey yoktu sancılar karşısında, çünkü sancıması doğasında olandı, hafifçe başlayıp inleterek biten bir melodi duyulmalıydı ruhun içinde, ve tabi "işler atom reaktörleri, işler"idi. Yoldaşlar kaybolsa da bulunurdu bir kitap, bir film ve bir satır, bir melodide. 

Beklemek, beklenenin olmasına yeğdir, "Aylak Danalar" için. Ve bir köprüyle, şehirle, yazarla, şairle, yel değirmeniyle, sesle, anla, sokak lambasıyla, bankla, içecekle, yeşilin sardıklarıyla arkadaş, yoldaş olmalı insan, bir yerden kendisini bırakabilircesine hissederken kendini, oradan bırakmamasıdır çünkü umutlu olmak ve bir süre sonra umudun kendisi olmak. Moraldo'yu bulmaktır, eşiklerde. Leopoldo gibi çırpınmaktır bazen, karaladıkları ardından, karaladıkları için. Fausto'nun iç güdülerini adiliklere çevirmesi gibi yenik düşmektir bazen. Riccardo gibi sancımaktır, Alberto'yu unutarak. Ve içinde barındırmaktır, hisleri, düşünceleri.


                                                                                








Boşa değildir; "Roma. İsa'dan önce Fellini'den sonra" demek. Filmin son sahnesinde Moraldo'nun hoşçakal deyişi üstüste iki kez dublajlanırken, diğer "hoşçakal"ı Fellini söyleyerek filme otobiyografiksel bir yan da katmış. 

Film afişi ise bambaşka bir konu. Belli dönemlerde hep dünya sinemasındaki afişleri inceleme - araştırma işine kalkışıp sonrasında bir şekilde unutmuşumdur. Ama I Vitelloni, araştırma - inceleme işini fazla ertelememem gerektiğini hatırlattı. Öyle bir afiş ki, benim için dünya sinema tarihindeki en iyi film afişlerinden birisi kendisi.

Aylaklığıma ithafen dinleyin, Gogol Bordello'dan "Through The Roof 'N' Underground"


sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla;


 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses