26 Haziran 2016 Pazar

Midnight Special


İnsan türünün pek nadir istisnalarla üzerine titreme konusunda anlaştığı ender varlıklardan birisi herhalde çocuklar. Kimisinde bildik beklentiyle var olan bu gelecek kaygısı katkılı titreme hali bazen de türün yavrusunun korunmasızlığını bilmesi sebebiyle ortaya çıkıyor en yüzeysel ifadeleriyle. Midnight Special da tam buradan hareketle ama daha soyut görünen bir düzlemde kuruyor anlatısını: bir nesne olmaktan çok bir potansiyel olarak var olan çocuk merkezine oturuyor hikayenin. Bu açıdan bakınca, filmografisine bir aile trajedisiyle başlayan Jeff Nichols -Mud'ı bir kenara bırakırsak- bir üçlemeyi tamamlıyor sanki bir anlamda. Geçmişin problemleriyle boğuşan bir yıkık, iki ayrık aileden, ailesinin üzerine titremesi paranoyaya dönüşen bir adamın dış dünyayla ve hem onun hem kendisinin kıyametiyle olan ailesini koruma mücadelesi ve en sonunda aslında ailenin içerisinde hep daha ilerisi için var olan potansiyelin açığa çıkışı olan küçük çocuğa dönen odak: bir nevi çemberi tamamlayıp içini ve dışını ayırıyor yani artık Nichols. 



Bilim kurgu sosuyla gelen anlatı fazlasıyla ilgi çekici bir başlangıç yaparken hikaye sıradanlığını ön plana çıkartıp rotasını ebeveyn sevecenliği telaşına kırdıkça olağandışı gözüken gerçeklikten belli noktalar eksiliyor. Çünkü zamanla fark ediliyor ki filmin kişiselliği aslında farklı bir bağ kurmak amacıyla gelmiyor, olan biten her şey Nichols'un yaşamındaki görece çok önemli anlardan bir sıfat edindiği zamana işaret ediyor. Bu yüzden de muhtemelen yönetmen söyleşisinde belirtmek zorunda hissediyor filmlerine yönelik kritiklerde öne çıkan "bağlama" mevzusuyla ilişkili olarak: aynı noktaları gördüğümüzü nereden biliyorsunuz ki noktaları birleştiremediğimi söylüyorsunuz? Fakat Nichols'un rutini dışlamayan o ufak yaşam alanlarını tasvir etme konusundaki becerisini bu sefer daha zihinsel bir alanda vuku bulan olayların sinematik yetiyle aktarılması devralıyor ve Midnight Special bu anlamda yaşam içerisinde kişinin odağının temelden değiştiğini varsaydığım esas dönüm noktalarından birini, ona odaklanmadan tasvir ediyor. Nichols'un sinemasında ilginç bulduğum noktalardan birisi de bu; hem ilk filmi Shotgun Stories hem Take Shelter hem de Mud günün içerisindeki somut olaylara odaklanırken aslında daha zihinsel süreçleri tasvir ediyor ve karakterlerin gün içerisinde kendilerini bulabildikleri o ufak ritüelleri değerlendiren anlar etrafında kuruluyor anlatı fark ettirmeden. Buradaki ters orantı, filmlerini benim açımdan çekici yapan en önemli ögelerden birisi. Çünkü bu sayede günün telaşesi içerisinde gözden kaçan katmanlar üzerinde, tıpkı Midnight Special'da yeryüzündeki katmanlara olduğu gibi eğilme fırsatı veriyor. Öyle ki bu ters denklikler; bir araba kovalamaca sekansı gelecek diye beklerken kilitlenmiş bir trafik veriyor Nichols seyirciye ve heyecan güdüsünü buradan besleyip filmin duygu merkezini kaygan bir zemine oturtmayı başarıyor.

Bir çocuğun, aslında bir ailenin yeryüzü için potansiyeli olduğu belki klişe, belki banal gelebilecek bir ifade. Fakat bir o kadar da gerçekliğe uygun düşüyor Midnight Special özelinde, *potansiyelin* peşindeki iki güç odağı ve onların çocuğu sınıflandırış şekli bile bunun apaçık göstergesi zira. Çocuğun aslında kişisel bir parçadan ziyade, önceden bu sorguya girmemiş bir zihin için farklı bir sevgi türünün keşfi adına esas fırsatlardan biri olduğunu görmek, her çağrışımıyla sahipliği ortadan kaldırarak evrenin dipsizliğini bir an olsun fark etme kıyısına gelmek adına ne kadar önemli olduğunun ifadesine dönüşüyor film. Üzerine titrenen insan yavrusunun ilgiye mazharlığının sebebi olan korunmasızlık ve gelecek temellerinin aslında hiçbir zaman için yok olmadığını çünkü tıpkı yeryüzü gibi günün de tek bir katmandan oluşmadığını keşfedebilmek adına önemli bir fırsat Midnight Special, herkes gözlerini kaçırırken doğrudan bakan da sadece o çünkü. Nichols'un becerikli gözü, zihni ve elleri olmasa belki herhangi bir filmmiş gibi kenara bırakabilecekken, üzerinde durdukça meselenin haddinden fazla kişiselliğinin kabuklarının dahi kalkabildiğini görebilmek sebebiyle benim açımdan da farklı bir öğreticiliğe zemin oldu sanki; nihayetinde aynı olmasa da benzer hikayeler insan türünün peşinden gittiği: ha arzu ha endişe, hepsi beklenti. 

bir dipnot: michael shannon ve jeff nichols işbirliği son dönemlerin en verimli sinema ilişkilerinden birisi olmaya kesin aday artık.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses