Birkaç gün önce iki dersimin arasında 4 saat kadar bir fark olunca bıkkın kedi gibi kampüste oradan oraya dolanırken en sonunda lab'a girdim ve salon.com'da HBO'nun unutamadığım dizisi -yani, dizilerinden birisi- The Wire'ın yaratıcısı David Simon'ın röportajını okudum: "...Sıradan insanları yazmaktan keyif alıyorum. Sıradan insanlar, hani gangster, acil servis doktorları veya idam kararı tartışan avukatlar olmayan sıradan insanlar. Bunları televizyonda çok görmüyoruz. (...)mesela bazen altı yaşındaki oğlum Family Guy'ın bir bölümünü getiriyor. Stewie ve Brian, keyfim yerinde. Sadece oğlumla beni kendi halimize bırakın ve götümüz düşercesine gülelim. Dediğim gibi, yaşam hayli sıradan."
Özgürlüğün reklamlarla satıldığı bir dünyada sözel olarak reddetsek de aslında ister istemez kabullendiğimiz bir tanım yaşamın başarılacak bir şey olduğu. Hırs benim için ne kadar utandırıcı bir şey olsa da çoğunlukla, başarılacak bir şeyden çok "başarılacak birisi" ileriye dönük beklentilerimiz, işin kolayına kaçmak değil amacım ama basit bir saklayıcı/koruyucu kap gibiyiz hepimiz, son teknoloji-çok güvenli-ve tabi kaçınılmaz olarak steril.
To Rome with Love da bir romantik komedi ve artık baygınlık veren farklı hikayelerin -mucizevi- birleşiminden ziyade işte tam da bu sıradanlığa övgüsüyle ortaya çıkıyor. Artık yok-olmaya-yazan orta sınıf sıradan bir adamın sebepsizce ünlenmesi, TV ve eğlence kültürü kadar Kosinski'nin "Bir Yerde/Being There"ini hatırlatırcasına buna dönük yani, veya bilindik kaygılarımız ve toplumsal uygunsuzluklarımızın dayatmaları ya da keza keyiflerimizin o kısır düngü muhabbetleri. Sonuçta hepimizin belli anları var, yaşadık veya yaşayacağız.
Allen geçtiğimiz ay Sinema dergisindeki röportajında büyük yapım şirketlerinin filmlerine para yatırmadığını söylüyordu, son zamanlarda sıklıkla dile getirdiği Avrupa'da film çekmeye başlamasının, New York'ta film çekmenin çok maliyetli hale gelmesinin sebebi olarak açıklarken.Yani Hollywood bir zamanlarki gibi çok-da-başarılı-olmayan insan merkezli işlerine daha fazla yer vermeye başlamışken tezat olarak, tam anlamıyla yeniden canlanan süper kahraman fetişinin ilişkisi de -yapılan işleri takdir edebilmenin ötesinde- daha iyi anlaşılıyor bence. Woody Allen filmleri hep ayrı bir yerde oldu benim için, sanırım To Rome with Love'ın da diğer birçok filmi gibi fazla ilgi görmemesine, hafif veya başarısız bulunmasına da bu sebeple şaşırmamalıyım. Woody de başyapıt yaratamadığını söylüyor biliyorum, zaten o yüzden bu kadar önemsiyorum ya.
Ayrıca evet, hikayeler çok sıradan, karakterler tipik, işte klasik bir Woody Allen filmi, eğlencelik falan filan. Sanırım bu ara bunları yazınca önemli sinema eleştirmenlerinden olunuyor, yani istediğimden falan değil de işte bazen huysuzluk yapmadan duramıyorum. Bir de en iyi filmler listesi yaptım mı, tamamdır. O değil de biliyor musunuz Dino bizi çok seviyor:
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,