1 Mart 2009 Pazar

Dancer In The Dark


Björk ve Lars Von Trier'e Peter Stormare eklenince ortaya çıkacak olan filmin nasıl olabileceğini az çok tahmin ediyordum aslında. Ama açıkçası bu kadarını beklemiyordum. Başta hüzün olmak üzere tüm hisleri ruhunuza doğru yüksek dozda akışa bırakan bir film, Dancer In The Dark. Sadeliğin içindeki karmaşıklıkla beraber tüm hisleride bir nevi harmanlayıp, sonra minimalleştirerek, yağmurun hissedilemeyen kokusuna benzer bir atmosfer yaratılmış filmimizde. Kusursuz kusurları göstererek biraz da insan olduğumuzu hissettiriyor.

Modern diye adlandırdığımız günümüz dünyasının, insanı getirdiği yerlerin, aslında insanların doğasında olan özelliklerden de kaynaklanabileceği düşüncesinin, çözümleyemeyeceğiniz biçimde aklınızın derinliklerine doğru itildiğini farkettiğinizde artık çok geç oluyor, sorunu düşünmenize engel olmak için. Farkında olarak ya da olmadan girilen çıkmazların ne denli çıkılabilirlikleri olduğunu ve aslında çözümün olmasının gerekip gerekmediğini anlamakta bize kalıyor. Her şekilde bağımsız bir çözümsüzlüğe sürükleniyoruz.

Ve farkediyoruz; çok farklı bir his hüzün, rahatlatıcı bir rahatsızlığı var belki, ama kesinlikle sıradan değil. Ortaçağın resmedilmiş halinden, günümüz mekanikliğine kadar her yerde bulunabilir bir his, hatta karanlık çağın o karanlığında görünen tek şey belkide hüzün olurdu. İnsan var oldukça değil, insan var olmadanda olan bir his, yani aslında insana özgü değil, yaşama özgü ve yaşam sadece insanların değil. Bu nedenle belki de ağır geliyor birçok hüzün biz insanlara. Yani birazda tanımlanamayan bir havası var, kendine özgü.

Bakış açıları, geometrideki açılar gibi değil elbet, açık ve mekanik olabilselerdi belki insancıl hisler olamazlardı bile, ve insancıl hislerin bugünün mekanikliği içinde yer bulamaması nedeniyle öyle olmalarının her şeyi kolaylaştırabileceğinin düşünülmesi ise tamamen insanların kendilerini kaybetmeleri olurdu heralde.



Müzik insanı hiçbir zaman yalnız bırakmayacaktır. Her şey yok olduğunda bile, insanlarla birlikte gelecektir. Yani, o kadar içimizdeki müzik, belkide insanın en ileri noktalarından biri, en derin.

Her şeyden öte, en azından insanlığı, terkedilmiş melankoliyle birlikte hissettiren, gerçek bir sinema eseri.


björk'ün sesi gibi günlere,

 
Sayfa Üst Görseli Marek Okon'un TOWERS OF GURBANIA isimli illüstrasyonudur.

Sinemaskot © 2008. Müşkülpesent # Umut Mert Gürses