8 Şubat 2013 Cuma
The Perks of Being a Wallflower
Stephen Chbosky'nin kendi kitabından çekici ismini koruyarak uyarlayıp yönettiği The Perks of Being a Wallflower'ın ilk başta sıradan bir gençlik filmi olduğunu düşünsem de film bende yeterli merakı uyandırmıştı. Olduğundan daha derine inmeyi çabalamayan çekimleriyle yakalamayı başardığı bazı anlar ve hislerle beni allak bullak eden film, iyimserliği ve hevesi köstekleyici olsa da samimiyetini etkileyiciliğe döndürmeyi başarıyor. Öyle ki, üşümeyle yapacak bir şey olmamanın getirdiği alışık olunmayan, ürkütücü özgüvenin gündoğumuyla beraber yavaş yavaş havadan uçup gitmesine rağmen aynı güneşin altında farklı zamanlarda hatırladığım anlarıyla beni hala yakalayabiliyor, çünkü bazı sıkıntılar her kareye bu kadar iyi yansımıyor. Sanıyorum Chbosky'nin kendi yazdığı kitabın filmini yönetmesinin bu yansımadaki önemi yadsınamaz.
Temelde sıradan bir öyküsü olsa da bir noktada hepimizin parçası olduğu sıradanlıklarla hikayenin bazı klişeleri gerçeğe uygun düşüyor, bazıları anımsattırıyor, diğerleriyse büyüme çağının uzaklığına rağmen benzer hisleriyle sizi içerisine alıyor. Yoksa neredeyse ilk yirmi dakikasından sonra tüm seyri açığa çıkan bir filmi başka bir şey benzerlerinden bu kadar ayıramazdı. Kısacası filmi film yapan yaratıcıları kadar izleyicisi oluyor; ve filmin üzerine düştüğü dönem ve yaşlardan çok film hakkında her konuştuğumda istemsizce varıp etrafında dolaşıp durduğum kelimelerin ifade ettiği gibi hisler ve anlarla olan uğraşı, bu yargımın en büyük destekçisi.
Son bir not: film sebebiyle muhtemelen yeniden çokça insanın dinleyeceği David Bowie'nin şarkısı ve filmde yer ettiği önem beni The Perks of Being a Wallflower'ı övmeye itiyor, çünkü filmin hoşlanmadığım hevesliliği Heroes ile farklı bir yöne kayıyor, zira şarkıdaki gibi sadece bir günü kurtarabiliriz, ve filmde de bir nevi bir günü izliyoruz; ertesi günü unutarak.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,
Etiketler:
Filmlere Yamuk Bakış
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
0 tepki:
Yorum Gönder