23. Ankara Uluslararası Film Festivali
Altyazıların hem çeviri açısından hem de filmi takibi açısından hala yetersiz olması sebebiyle -divx tabiriyle- filme gömülü İngilizce altyazısından takip etmeye devam ettim bu iki gün de yabancı dillerdeki filmleri.
Pazartesi günü, okula gitmem gerektiği için saat 12'deki Altman filmine olan biletimi yaktıktan sonra, Görüntünün Mimarı Antonioni seçkisine gittim, belgesel kısalar ve Türkçeye Kadınlar Arasında diye çevrilen
Le amiche isimli uzun metrajını izledim. Uzun süredir bir Antonioni filmi izleyip yönetmenin sinemasına girebilmeyi umduğum için, festival programı açıklandığında bu açıdan mutlu olmuş, festivalde izlerim demiştim ancak, her ne kadar yönetmenin öne çıkan filmlerinden bir seçki olmasa da benim adıma kötü bir tanışıklık oldu Michelangelo Antonioni'yle.
Daha sonra festivalin bu yılki teması olan olan Tektipleşme başlığı altındaki Fransız
De bon matin filmini izledim. Etkileyici bir açılış sekansının ardından, bu sürecin geçmişine, Paul Wertret karakterinin her günkü rutinini uygulayarak ofisine gittikten sonra iki patronunu bu kadar tereddütsüzce öldürüşünün neden ve nasılına dönüyor film. Ancak bu dönüş gereksiz bir uzunlukla inceleniyor fikrimce ve filmi takip etmek can sıkıcı bir hal alıyor, dolayısıyla memnuniyetsiz çıkılan filmlere bir yenisi daha ekleniyor.
Festivalin 5. günü olan bugün, Salı, izlediğim iki filmde ilk filmlerdi; birisi İran'dan diğeri de festivalin ulusal yarışma bölümünden bir yerli filmdi. Orijinal ismi
Marg kasb va kare man ast, uluslararası ismi Death is My Profession ve Türkçe çevirisi Ölüm Benden Sorulur olan film, önceki cümlede de belirttiğim gibi, Amir Hossein Saghafi'nin hem yönetmen hem de senarist olarak ilk filmi. Para kazanmak için elektrik kabloları kesen üç adamın hemen filmin başında içine düştükleri durumu yansıtan filmde anlatım bir süre sonra artık sürünmeye başlıyor ve bu bir süre sonra, izleyene dakika başı saatine baktırtıyor. Yine umut verici bir girişin ardından git gide "artık bitse" dedirten vasatın altında kalan İran filmi, yönetmenin bundan sonraki filmlerini takip etmek açısından pek umut verici değil.
Aldığı Altın Portakallarla, her sene yeni olayların çıkması konusunda son derece yaratıcı bir yer olan Altın Portakalın bu seneki kavgasının nedenine dönüşen Güzel Günler Göreceğiz, birbirleriyle arkadaş olan senarist Emre Kavuk'la yönetmen Hasan Tolga Pulat'ın ilk filmleri.
Her ne kadar üzerinde tam bir fikir birliği olan bir konu değilse de, yedinci sanat olarak adlandırılan ve bence de geleneksel sanatlarla olan etkileşimi nedeniyle "sanatlar üzeri sanat" olan sinemada, bir filmin, fikir olarak kendiliğinden çıkması gerektiğini düşünüyorum. Yani fikirsizce, bir film çekelim diye ortaya çıkılıp daha sonra ısmarlanmış gibi bir senaryo yazım evresinin üzerine çekimi yapılan bir film yapım süreci, bence doğru değildir,
yalnız yanlıştır da demiyorum, sadece doğru değildir. Her ne kadar senarist Emre Kavuk film sonrasındaki söyleşide tam anlamıyla böyle bir süreci anlatmamış olsa da, Hasan Tolgayla uzun zamandır arkadaş olduklarını ve bir film çekmek istediklerini daha sonra araştırma yaptıklarını ve kendilerine yakın buldukları konuları kullandıklarını söylemesi, dürüstçe olsa da, bana itici geldi.
Beş karakteri kesiştiren film yer yer yapmacıklığı, başarısız mizansenleriyle göze batıyor. Karakterlerin stilize sunumu gibi güzel düşünülmüş ve filme olumlu yansıyan şeyler dışında, karakterlerin konuşurken kayan ağızları, normal şartlarda filmin aksaklıklarından biriyken, karakterlerin İstanbul'a göçmüş ve artık orada yaşıyor olmaları sebebiyle, filmin gerçekçilik yakalamasını sağlamış. Yani, en azından ben böyle yorumladım.
Günümüz ilk filmlerine, özellikle de yerli olanlarına elbet, bugün artık olgunlaşmış yönetmenlerin geçmiş dönemlerdeki ilk filmlerine oranla daha duygusal bakıyorum. Sinema adına direkt film olarak veya onlar üzerine bir şeyler yaratma istediğinde olan birisi olmamında bunda etkisi var. Ve bu açıdan baktığımda, diğer filmlere olan öykünmenin, belirgin olarak görülse de izleyeni rahatsız etmediği Güzel Günler Göreceğiz, bundan sonra da beraber çalışacakları sinyallerini veren Hasan Tolga Pulat ve Emre Kavuk'un daha sonraki muhtemel filmlerini izlemek için bir sebep oluşturuyor.
Bu seneki festivalin geçen senelere dayanan beklentimin altında kalmış olması sonucunda, festivalin okula gitmem gereken bir döneme gelmiş olmasını daha da önemsemeye başlamam nedeniyle bugün benim için festivalin son günüydü. Festivali, bitmeyen aksaklıklarıyla hatırlayacak olmam ve bu festivale dair beklentimin artık çok daha düşmüş olması, gelecek seneki festivalden memnun ayrılmam adına daha çok neden yaratacak diye umuyorum, ama elbette Ankara Uluslarası Film Festivali bir yana gelecek sene Gezici Festival yine her zamanki gibi olsun, o benim için yeterli.
sevgi, saygı ve o tarz bilumum duygularla:;,